12 Eylül 2013 Perşembe

Bir Tanjeviç Eleştirisi



Avrupa Basketbol Şampiyonası’nın 2013 versiyonunda yaşadığımız hayal kırıklığı birçok kişinin canını yaktı. Slovenya’da, turnuvanın ikinci turu başlamadan sürekli teselli edilmek bu yaranın iyileşmesine yardımcı olmuyor. Peki biz nerede yanlış yaptık? Başarılı olurken neyi doğru yapmıştık? Ya da gelecekte ne yapabiliriz? Bu sorular günlerdir herkesin kafasında. Cevabı tek değil. Herkesin kendine göre doğruları var. Bu pencereden bakınca şöyle görünüyor:

Bogdan Tanjeviç’in kariyerini konuşmaya gerek yok. Belki ilişkimiz yıprandığı için onun ne kadar saygın bir isim olduğunu unutabiliyoruz, fakat eski Yugoslavya topraklarına girildiğinde önünde ceket iliklenen bir isim “Boşa” Tanjeviç. Yetenekli oyuncuların saha içinde özgür kalması gerektiğine inanan, ikili oyunların bire bir basketbolu öldürdüğünü düşünen, uzun boylu-uzun kollu-atletik olmak gibi fiziki avantajları kullanarak eşleşme zorluğu yaratmayı seven, maç öncesi rakip analizine inanmayan, savunmada tuzaklar kurarak dehasını gösteren ve hücumda seçimleri oyuncularına bırakan bir antrenör. Rusya’ya kaybettiğimiz gün, koçun basketboldaki 51. senesi dolmuştu.

Tanjeviç 1979’da Euroleague şampiyonluğu kazanırken de, 1996’da Aydın Örs’ün Efes’ine Koraç Kupası finalinde kaybederken de, 2008’de Fenerbahçe Ülker ile lig şampiyonluğu yaşarken de aynı felsefeyi uyguladı. Semih Erden’den 4, Ersan İlyasova ve Kerem Gönlüm’den 3, Cenk Akyol’dan 1 yaratmak gibi çılgın fikirleri vardı. Cem Dinç de, Cevher Özer de, Fatih Solak da, İzzet Türkyılmaz da, Valentin Pastal da bu inanca uyan basketbolcular olduklarından milli takımda kendilerine yer buldular dönem dönem.

Ancak artık basketbol değişti. Evet, Tanjeviç antrenörlük kariyeri boyunca Mirza Delibaşiç’ten Gregor Fucka’ya, Dejan Bodiroga’dan Carlton Myers’a kadar önemli yıldızlarla çalıştı ve onları verimli bir şekilde kullanmayı başardı. Fakat artık bu derecede fark yaratabilecek yetenekler Avrupa basketbolunda değil. Aktif NBA oyuncuları arasında yolu Avrupa’dan geçerek NBA’e giden 60 oyuncu var. 60 oyuncu! Bu pastanın kremasının NBA tarafından yendiğini gösteriyor.

Avrupa’dan NBA’e bu kadar fazla göç olması eski kıta basketbolunu değişime zorladı. En basitinden takımlar yıldız odaklı olmaktan çıktı, antrenörlerin kontrolüne girdi ve rakip analizleri eskisinden çok daha önemli hale geldi. Bunun yanında bire birde adam geçecek yetenekli oyuncuların azalması adam eksiltmek adına ikili oyunların temel strateji olarak görülmesine sebep oldu. Yaklaşık 15-20 yıllık bu süreç dahilinde basketbolcuların gelişimi de değişim gösterdi. Örneğin ikili oyun temelli basketbolda Vlade Divac, Arvydas Sabonis, Zeljko Rebraça gibi oynayan pivot sayısı iyice azaldı. Nikola Pekoviç, Nenad Krstiç gibi o tarz oynamaya en yakınlar da NBA tarafından kapılıyor zaten. Bu yüzden modern Avrupa basketbolunda yetişen uzunlardan öncelikli olarak istenen şeyler iyi perdeleme yapabilmek ve perdeleme sonrasında çembere gidip pozisyonu bitirebilmek. (Kaldı ki NBA onlara da el attı. Boyunuz 2.10’un üzerindeyse ve sadece bu iki işi iyi yapabiliyorsanız NBA’de sekiz haneli kontrat almanız işten bile değil.)

İşte bizim uzunlarımız da bu tedrisattan geçen uzunlar. Ömer Aşık, Semih Erden, Kerem Gönlüm üçlüsü bu işi çok iyi yapabiliyor. Ersan İlyasova daha şutör olduğundan, ikili oyunları uzak mesafeden şutuyla bitirebiliyor. Çocukluk günlerinden bu yana bu isimlerden Tanjeviç’in kafasındaki basketbolu oynamaları istenmedi. Haliyle, gelişimleri tamamlanmış basketbolculardan farklı şeyler talep edilmesi, parke üzerindeki konfor alanlarından uzaklaşmalarına, dolayısıyla sisteme inançlarını sorgulamalarına yol açtı. Kafasında sistemi sorgulayan sporcunun konsantrasyon eksikliği, ekstra efor sarf etmesine engel oldu. Uzunca süre Milli Takım’ı takip eden biri olarak söyleyebilirim ki, bizim Slovenya’da yaşadıklarımızın temeli buna dayanıyordu. Evet, kadromuzdaki isimler daha çok mücadele edebilirlerdi. Ancak bunun bizi bir yere götüreceğine inanmıyorlardı. Bu noktada takımın fazla yaşlı/tecrübeli isimlerden oluşması da ciddi bir sorundu. Çok genç bir-iki oyuncunun kadroda olsaydı o heyecan diğerlerine yansıyanbilirdi. Ancak olmadı ve “hava” kayboldu. İsveç’in Ludvig Hakanson’undan Finlandiya’nın Sasu Salin’ine, turnuvadaki hemen hemen tüm takımlarda bu tip heyecanı yaşatacak en az bir oyuncu var.

Kaldı ki konfor ortamından uzaklaştırılan tek oyuncular, uzunlar değil. Sinan Güler gibi kariyeri boyunca topu sadece açık alanda bitirmek için kullanmış bir kısaya top getirme görevinin verilmesi, en iyi yaptığı iş perdeden çıkıp şut atmak olan Serhat Çetin’in dripling üzerinden yaratmak zorunda kalması, Hidayet Türkoğlu’nun topu herhangi bir yerde alıp dört sabit adam izlerken topu çembere atmak zorunda kalması gibi herkes için acı verici deneyimler yaşadık. Sahaya iyi yerleşemediğimiz için, Koç Tanjeviç’in kafasındaki stratejiyi iyi şekilde yansıtmakta zorlandık. Rakip hazırlığına da gereken önemi vermediğimizden, kaliteli yardım savunmalarını bire birde delmekte çok zorlandık. Kısacası, oynadığımız basketbol biraz demode kaldı.

Peki 2010’da nasıl başarılı olduk? Öncelikle 2010 kadrosuyla şimdiki kadro arasında bazı temel farklılıkların olduğunu kabul etmek gerek. O kadroda –şimdi eksikliğini hissettiğimiz– saha içi yerleşimini oyun kurucu pozisyonundan düzenleyebilecek Kerem Tunçeri gibi bir isim vardı.  Evet, Kerem Tunçeri verimli olmak için topa ihtiyaç duyan bir isim. Set tempolarının çok yükseldiği günümüz basketbolunda bazen topun elinde çok kaldığından şikayet edebilirsiniz ama en azından saha içinde kimin nerede duracağını iyi ayarlayabilen, ters eşleşmeyi gördüğü zaman uygulayabilen bir oyun kurucu.

2010 ile 2013 arasındaki farklardan biri de kenar yönetim. 2010’da Bogdan Tanjeviç ile tartışan, yeri geldiğinde ondan izinsiz sahaya oyuncu itebilecek kadar koçla inatlaşan bir yardımcı antrenör, Orhun Ene vardı kenarda. Bu turnuvada yardımcı antrenörlerimiz maç içi hamlelerde koça o kadar fazla müdahale etmediler. Bunda hem Nihat İziç’in hem de Ertuğrul Erdoğan’ın Bogdan Tanjeviç’le uzun yıllar çalışmalarının ve onu iyi tanımalarının etken olduğu düşünülebilir. Tanjeviç’e yapılacak itirazın bir şey değiştirmeyeceğine inanmış ve bu yüzden bir şeyin değişmeyeceğini düşünmüş olabilirler.

Başarılı olduğumuz 2010 ile başarısız olduğumuz 2013 arasındaki farklılıkları sayarken diğer faktörleri de unutmamak lazım. Ömer Onan’ın son dakikadaki sakatlığı savunma potansiyelimizin düşmesine sebep oldu. Hidayet Türkoğlu’nun bireysel formunun o dönem çok daha yukarıda olması ve taraftarın getirdiği enerjinin hem maç konsantrasyonuna hem de savunma direncine olumlu yansıması gibi durumlar 2010 ile 2013 arasındaki farklardı. Evet, o dönem oynadığımız basketbol da Tanjeviç’in sistemiydi, ancak üç ana başlıkta toplanan bu faktörler Türkiye’nin “kaos basketbolu” oynayıp sonuca gitmesini sağladı.

Neticede 2013 yılında başarısız olduk ve bu anlayışın bizi ilerleyen yıllarda başarılı yapma ihtimali düşük görünüyor. Şimdi yeni bir yapılanmaya ihtiyacımız olduğu açık. Peki bu yapılanmayı neye göre düzenlemek gerek? İşte esas soru burada. Türk basketbolunda, eğer çok büyük sakatlıklar ya da sürprizler yaşamazlarsa önümüzdeki 10 yıl boyunca görev yapacak oyuncular belli. İlk beş yıl 86-87 jenerasyonunun sırtında devam edeceğiz, sonrasında ara yıllardaki birkaç oyuncumuzu ekleyerek 95-96 jenerasyonu temelli bir yapıyla devam edeceğiz. Yani elimizde savunma temelli basketbolu oynayan uzunlar (Ömer Aşık, Semih Erden, Ersan İlyasova, Furkan Aldemir, Emircan Koşut vs. vs.) ve topa yön veren, oyun bilgisi yüksek iyi kısalarımız (Kenan Sipahi, Cedi Osman, Okben Ulubay, Tolga Geçim, Berk Uğurlu vs. vs. ) var.

Bunların etrafına koyabileceğimiz, konularında uzman görev adamlarımız (Göksenin Köksal, Serhat Çetin, Cenk Akyol, Oğulcan Baykan vs. vs.) var.

Velhasıl-ı kelam, yetenek havuzumuz çok geniş ve modern basketbolu oynamaya uygun isimler mevcut. Uzun vadede yapılanmayı sağlayacak, inandığı basketbol sisteminin elimizdeki yeteneklere ters düşmeyeceği bir isimle yola devam edilmeli. Bunun yanında ligde iyi performans gösteren oyuncular için bir ya da iki kişilik yer açılmalı ki en azından milli formanın değeri artsın ve rekabet ortamı sürekli kılınsın.

Bogdan Tanjeviç’in istifası iyi bir fırsat olarak görülmeli, ancak yeni antrenörü bulmak için yeni turnuva beklenmemeli. Onun oyuncu havuzunu iyi tanıması, Türk Milli Takımı’na yön vermesi ve Türk basketboluna hakim olması adına yeterli zamanı bulması sağlanmalı. Bunu yapmak bizim için hiç de zor değil.

* Bu yazı 12 Eylül 2013'te NTVSpor.net'te yayınlanmıştır.