23 Nisan 2016 Cumartesi

Jordi Bertomeu Özel



Galatasaray ve Fenerbahçe'yle başlamak istiyorum. İki Türk takımı, ULEB'in düzenlediği iki organizasyonda zirveye çıktılar. Fenerbahçe Euroleague Final Four'unda, Galatasaray ise Eurocup finalinde. Bununla ilgili neler hissediyorsunuz?
Bence bu bir sonuç. Son yıllarda tanıklık ettiğimiz Türk basketbolunun gelişiminin bir kanıtı. Bu başarılar da o gelişimin doğal bir sonucu. Bence iki takım da Euroleague ve Eurocup'ta harika iş yaptılar. Hak ederek geldiler. Türk taraftarı bu iki kulübün finaller oynamasından dolayı gurur duymalı.

İstanbul'da iki salonda da yaratılan atmosferden dolayı mutlu musunuz?
Kesinlikle. Çok sıcak ve çok güzel bir atmosfer var. Sıcak, çünkü taraftar takımını tutkuyla ve doğru bir şekilde destekliyor. Bu sezon maçlarda herhangi bir sorun yaşamadık. Hepimiz için iyi bir gösterge.

Euroleague çeyrek finali devam ediyor ve esas festival, Final Four yaklaşıyor. Heyecanlı mısınız?
Evet, çok heyecanlıyız ve aynı zamanda çok konsantreyiz. Çünkü esas sorumluluğumuz tüm taraftarımıza yüksek kalitede bir ürün sunabilmek. Bizim için parti yapma zamanı değil, ancak Berlin'e gelecek seyirciler ve takımlar için partiyi hazırlamamız gerekiyor. Tıpkı geçen senelerde olduğu gibi çok iyi bir atmosfer yaratacağımızdan eminim.

Berlin'in bir Euroleague takımı yok. Alman taraftarın Final Four'a tepkisi nasıl?
Bence aldığımız tepkiler çok iyi. Unutmamak lazım, Final Four biletleri Aralık ayında tükenmişti. Biletlerin büyük bir kısmı Alman pazarında satıldı. Bence basketbol Almanya'da her gün daha da popüler hale geliyor. Final Four gibi bir organizasyonu Almanya'da düzenlemek de oyunun kalitesini artırma amacı güdüyor.

Hep güzel şeylerden bahsettik, ancak hayat bu. Basketbol da hayat gibi, mutlu olduğunuz durumların yanında mutsuzluklar da var. FIBA - Euroleague savaşı hakkında neler söylersiniz? Bunu bir savaş olarak nitelendirebilir miyiz?
Bizim açımızdan bu bir savaş değil. Çünkü 16 senedir kulüp yarışmalarını biz düzenliyoruz. Gelecekte de böyle olacak. Biz bir savaşta değiliz. Geçen ay FIBA çok net bir mesaj göndererek bu organizasyonu da kendisi düzenlemek istediğini söyledi. Ancak kulüplerin de mesajı çok netti ve onlar da bunun gerçekleşmesini istemediklerini ve mevcut düzende kalmak istediklerini söylediler. Bu da çok mantıklı çünkü bu yapı kulüpler tarafından yönetilen profesyonel bir yapı. Üstelik 16 yıldır verimli ve başarılı da oluyor. Yani biz savaşta değiliz ve umarız FIBA kulüplerin ne istediğini dinler ve anlar. Yoksa tüm bu olayların başlamasına önayak olan taraf FIBA'dır.

İlginç bir durumdayız. Galatasaray Eurocup'ı kazanırsa gelecek sezon Euroleague'de olacak. Başka bir Türk takımı da Eurocup'a katılacağını açıklamadı çünkü Türkiye Basketbol Federasyonu Eurocup'a giden takımları ligden atacağını duyurdu. Eğer Galatasaray kupayı kazanamazsa, ceza alacağı açıklandı. Bu zor bir durum değil mi?
Bu zor bir durum değil. Bu FIBA'nın ikiyüzlü ve tutarsız duruşunun bir kanıtı. FIBA, kendilerine göre Eurocup'ın yasal bir organizasyon olmadığını söylediler. Ancak Euroleague de aynı şirket tarafından yönlendiriliyor. Bunun sebebini kimse anlamıyor. Bu işin arkasında birçok farklı şey var. Bizim hissiyatımız şaşkınlık. Şaşkınız çünkü FIBA'nın neden bu kaosu provoke ettiğini anlamıyoruz. Çünkü onlar yapıyor bunu. Şaşkınız çünkü sporda sonuçların erdeminden bahsedip, Olimpiyat Oyunları'na katılma hakkını elde etmiş Avrupa şampiyonu ülkeyi Rio 2016'dan atmakla tehdit ediyorlar. Şaşkınız çünkü ulusal federasyonlar buna karşı bir duruş sergilemiyor. FIBA'nın bu tehdidi bütün kurallara aykırı. Yani bu durumda birçok sürpriz var. Dürüst olmak gerekirse, biz bu olup biteni anlamıyoruz. Yardımcı olmaya çalışacağız. Bence bunu çözmek şu anda bizim işimiz değil, her federasyon kendi sorununu çözmeli. Özellikle Olimpiyat Oyunları'ndan bahsediyorum, FIBA'nın herhangi bir yasal dayanağı olmadan Litvanya ya da İspanya'yı Olimpiyat'tan atmasını ülke federasyonları neden kabul eder, anlamıyorum. Çünkü bu hakkı parkede elde ettiler. FIBA'nın söylediği de bu, spor sonuçlarını korumak ve saygı duymak gerektiğini ifade ediyorlar. Bunu ilk dile getiren kendileri, ancak saygı duymuyorlar. Yani burada tutarsızlık ve ikiyüzlülük var. Bunun sonucunda FIBA'nın hiçbir güvenilirliği kalmamıştır. İki-üç hafta önce söylediklerinin tam tersini yapıyorlar. Ceza olmayacağını söylemişlerdi, şimdi cezalar için toplanıyorlar. Ne yazık ki bu duruma düştük. Umarım FIBA bir an önce harekete geçer, çünkü şu anda ortalık karmakarışık.

Ülkelerin Avrupa Basketbol Şampiyonası ya da Olimpiyat Oyunları'ndan men edilmesini istemiyor olmalısınız. Bu basketbola da zarar verir.
Kesinlikle. Ben buna yardımcı olabileceğimizi düşünüyorum. Federasyonlar kendilerini koruyamayacak durumdalar, biz de "bunu nasıl yaparız" diye düşünüyoruz. Milli takımlar, basketbol için çok büyük önem taşıyor. Önemli çünkü seyirciler milli maçları seviyor ve onlar için de çalışmalıyız. Kulüpler bizde; Eurobasket, Dünya Kupası ve Olimpiyat'ta oynamak isteyen oyuncular bizde... Onların da bu ilgilerini korumak zorundayız. Eğer federasyonlar pasif kalırsa, biz aktif olmak zorundayız. Ancak öncelikle ulusal federasyonlar bu sorumluluğu almalı.

Euroleague ve Eurocup'tan bahsedelim. Euroleague'de 16 takım var ve bunların 11'i A Lisanslı. Bu yüzden bazı ülkelerin şampiyonları Euroleague'e katılamayacak. Gelecekte bir genişleme düşünüyor musunuz? Ülkelerin şampiyonlarını nasıl Euroleague'e dahil edeceksiniz?
En başından beri 16 takımın bir geçiş dönemi olduğunu duyuruyoruz. 16 takıma indirmemiz, yeni yarışma düzeninin bir sonucu. Çünkü lig şeklinde oynamak daha fazla tarihe ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Biz yerel liglerin takvimine de zarar veremeyiz. Tek kombinasyon, 16 takımla oynamak. Ancak niyetimizin bu sayıyı artırmak olduğunu açıkladık. Çünkü Avrupa'da bazı takımlar Euroleague'de oynamayı çok istiyorlar ve potansiyelleri de var. Yakın gelecekte takım sayısını artırmayı düşünüyoruz.

Bu sezonki Eurocup takımları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? FIBA çok net bir şekilde Eurocup'a katılan takımların milli liglerden men edileceğini açıkladı. Federasyonlar takımları men etmezse, onlar ceza alacak. Bazı takımlar kendi liglerinden kovulma tehdidiyle karşı karşıya. Büyük de bir gelir kaybına uğrayacaklar. Sizin tepkiniz nedir?
Biz takımlarımızı koruyacağımızı açıkladık. Gelecek sezon Euroleague ve Eurocup'a katılmak istediklerini söyleyen 40 takımımız var. Yapabileceğimiz her şekilde onları koruyacağız. Gerekirse mahkemeye gideceğiz ve tüm savunmayı yapacağız. Temel olarak isteğimiz, bu işe dahil olan herkesi tek bir masa etrafında toplayıp bir çözüm bulmak. Çünkü bu durum ileriye gitmiyor, daha kötüye gidiyor. Şimdi ulusal federasyonlar bu işin ortasında kaldı. Neden olduğunu kimse bilmiyor. Onlar bunun sorumlusu değiller. Tek sorumlu var, FIBA.

Yani FIBA'yla iletişime açıksınız...
Israr ediyorum. Ancak sizinle konuşmak istemeyen biriyle konuşamazsınız. Ne zaman masaya oturmak isterlerse orada olacağız. Fakat burada sürekli bir tutarsızlık var. Şunu görmek çok üzücü, burada olmamızın sebebi -söylediklerine göre- iyi bir kupa teklif etmesi ve takımların bunu reddetmesi. Şimdi bunun vahşi sonuçlarını yaşıyoruz. Normal şekilde çözemediler, şimdi de herkesi cezayla tehdit ediyorlar. Bu adil değil. Yasal değil ama adil de değil. FIBA'nın yerinde olsaydım, benim kupamda yer almak istemeyen takımları ben de istemezdim. Bu çok tartışmalı bir durum. Euroleague açısından bakarsak, bize katılmak isteyen herkese kapımız açık. Eğer FIBA'ya gitmek isteyen olursa onları da anlayıp saygı duyarız. Bence bu tip durumlarda böyle bir yaklaşım göstermeliyiz.

Euroleague ve Eurocup'ta 40 takımın olduğunu söylediniz. İleride küme düşme ve yükselme olabilir mi?
Evet, bu da programımızın bir parçası. İki yıl önce bu konudaki vizyonumuzu açıklamıştık. Doğru zaman geldiğinde, Eurocup ve Euroleague'deki takımların küme düşüp çıktığı yeni sisteme geçebiliriz. 40 takım sayısı da bu konsepte göre seçildi. Muhtemelen birkaç sezon içinde bunu yapamayacağız, biraz daha zamana ihtiyacımız var. Fakat görüşümüz bu şekilde.

Kaç takım düşünüyorsunuz? İki, üç, dört?
Eğer küme düşme ve yükselmeden bahsediyorsanız, birinci ve ikinci ligde kaç takım olduğunu göz önünde bulundurmalısınız. Eğer birinci ligde 16 takım varsa, dört takımın düşüp çıkması bir anlam ifade etmez. 20 ya da 24 takımlı birinci liginiz olursa, o zaman üç-dört takımın çıkmasından bahsedebilirsiniz. Bu duruma göre değişir. Temel olarak küme düşme ve çıkma konsepti, üzerinde çalıştığımız bir detay. 

Kaybetmek Değil Mesele




Bazı maçlar olur, skor tabelası maçla ilgili pek az şey anlatır. Eurocup Finali ilk karşılaşmasında Galatasaray Odeabank 66-62 kaybederken belki kupa için önemli bir adım attı, fakat maç bittiğinde hissedilen hayal kırıklığından başka bir şey değildi.

Nasıl olmasın ki? Sezon boyunca harika bir grup görünümündeydi Galatasaray. Birlikte olmaktan keyif alan, topu iyi paylaşan, hücumda görev tanımları net, kimsenin birbirinin önüne geçmeye çalışmadığı, sahada yaptığı şeyden keyif alan bir takımdı. Finale kadar gelirken koyduğu bu yüksek standartların yakınından bile geçmedi Galatasaray. Hayal kırıklığının sebebi de bu. Belki kupayı kaldırdığında bu maç çoktan unutulacak, ancak bu takımın bu sezon çıkabileceği en büyük sahnede en iyi performansını gösterememesi, kaybetmekten daha acı.

İşin ilginci, final maçlarının stres seviyesi, favori olmanın getirdiği beklentileri kaldırabilmek ya da rakibi ciddiye almamak değildi sorun. Galatasaray, baskıyı kaldıramadığı için kötü oynamadı yani. Oyuncuların hakkını yememek lazım, mücadele etmediği için kaybettikleri de söylenemez. Peki eksik neydi? Eksik, çözümleri bireylerde aramaktı.

O kadar kötü başladı ki Galatasaray maça; ilk periyotta sadece dört basket atıp, beş top kaybedip, bir asist yapabildi. Stephane Lasme ve Vladimir Micov'un savunmayı ayakta tutması, bu bölümde oyunda kalmasını sağladı takımın. Ancak hücumu yönlendirmesi beklenen oyunculardan başta Sinan Güler, Errick McCollum ve Blake Schilb'in kötü tercihleri, ritm bulmaya engel oldu. Bu noktada McCollum'un bir gün önce taktığı MVP apoleti -tıpki geçen yılki Euroleague Final Four'unda MVP Nemanja Bjelica'nın yaşadığı gibi- zorlama atışlara gitmesine neden olmuş gibiydi. “Ortada bir sorun var ve MVP olarak bu sorunu çözmem gerek” hissiyatını verdi Errick McCollum sahada. Kendisini MVP yapan şeylerden uzaklaştı.

Bu noktada aklıselim kalabilecek, hücumda düzeni koruyacak birine ihtiyacı vardı Galatasaray'ın. Her zaman olduğu gibi Sinan'ın ya da Schilb'in bu liderliği göstermesi gerekiyordu. Olmadı. Curtis Jerrells daha hazır görünmesine karşın, Ergin Ataman kötü performanslarına rağmen sezonu bu noktaya getirdiği oyunculardan vazgeçmeyince, bir türlü ayağa kalkamadı Galatasaray. Formsuz oyuncular sahadayken iyi niyetle sorumluluk almaktan kaçınmadılar, ancak kimse çözüme paylaşarak gitmeyi düşünmedi. Bireysel çözümlerle de bir yere kadar.

Lasme futboldaki eski usul liberolar gibi her yere yetişip arkayı süpürmese, işler daha da kötüye gidebilirdi. Ayrıca Lasme de tek başına her açığı kapatamaz ki. Kısa oyuncuların sürekli rakiplerine geçildiği bir günde Matthias Sammer ya da Franco Baresi seviyesinde süpürücülük bile savunmayı toparlamak için yeterli değil. Nitekim Lasme erken faul problemine girip kenara gelince, bütün direnci kırıldı Galatasaray'ın. 37 yaşındaki Louis Campbell ikili oyunlarda problemi çözdü ve içeriden Bangaly Fofana, dışarıdan Jeremy Leloup'u bitirici olarak kullanıp oyunun kontrolünü ele geçirdi.

Maç boyunca 15 top kaybedip, 18'de üç üçlük attığınız bir maçı farklı kaybetmeyi beklersiniz. Öyle olmadıysa takımı ayakta tutan Micov ve Lasme'ye ayrı teşekkür etmek gerek. İkinci maçta sonuç ne olursa olsun, 28 Nisan sabahı Eurocup sezonu bitmiş olacak. Galatasaraylı oyuncuların karar verme zamanı. 27 Nisan akşamı kendileri gibi oynayıp şampiyon mu olacaklar, yoksa hayatlarının kalan bölümünü “keşke” diyerek mi geçirecekler?

İnancım odur ki, finalin ikinci maçında, Abdi İpekçi'deki atmosferle kendini bulup kupayı alacaktır Galatasaray. Fakat bir arada hareket edilmezse hiçbir şey garanti değil. Efsane koç Mike Krzyzewski'nin dediği gibi: “Takım kurmanın tek sebebi, bir kişinin tek başına ulaşamayacağı şeylere ulaşmak. Hepimiz tek başımıza, birlikte olduğumuzdan çok daha zayıfız.”

22 Nisan 2016 Cuma

Rakip Raporu: Strasbourg



Strasbourg, 90'lı yılların ortasında Fransa basketbolunun en üst seviyesine çıkmış; 2000'li yılların ortasında Avrupa sahnesinde kendine yer bulmuş bir takım. Köklü bir basketbol geçmişine sahip olmasalar da, 2005 yılında o dönem tek maç oynanan Fransa Ligi finalini kazanıp şampiyon olmuşlardı. 2011'de Vincent Collet'nin takımın başına gelmesiyle birlikte Strasbourg'un Fransa Ligi'ndeki yeri daha da belirginleşti. Collet'yle iki yıldır normal sezonu lider bitiren, üç sezondur (artık beş maç üzerinden oynanan) final serilerini kaybeden Strasbourg, Fransa'nın kulüp düzeyindeki önemli markalarından biri haline geldi. Eurocup'ta finale kalmalarını kimse beklemiyordu; ancak son 16 turunda da, çeyrek finalde de, yarı finalde de deplasmanda kazanarak buraya kadar yükseldiler. Eurocup Finali, Strasbourg kulüp tarihinin en büyük başarısı.

En farklı galibiyet: EWE Baskets Oldenburg, 64-93
En farklı mağlubiyet: Gran Canaria, 68-79
Normal sezon derecesi: 5G – 5M
Euroleague derecesi: 3G – 7M
Eurocup derecesi: 7G - 4M - 1 Beraberlik
Sıcak istatistik: Eurocup'daki altı deplasman maçında beş galibiyet aldılar. Deplasmanda ortalama 13 sayı farkla kazanıyorlar.
Soğuk istatistik: Maç başına aldıkları 34.6 ribaundla Eurocup'a katılan 44 takım içinde 23. sıradalar.
Kulüp tarihi: 2005 Fransa Ligi şampiyonluğu. 2013, 2014 ve 2015 Fransa Ligi finalisti.
Antrenör kariyeri: Vincent Collet, Fransa Milli Takımı'nın baş antrenörü. 2013 Eurobasket'te şampiyon, 2011'de ikinci, 2015'te üçüncü oldu. 2014 Dünya Kupası'nda bronz madalya kazandı. 2006'da Le Mans'la, 2009'da ASVEL'le Fransa Ligi şampiyonluğu yaşadı.

KADRO
G, Mardy Collins (13.2s, 4.6r, 4.3a, 1.3tç)
G, Louis Campbell (7.3s, 3.3r, 3.6a)
F, Kyle Weems (12.0s, 3.8r, 1.7a)
G, Rodrigue Beubois (13.3s, 2.4r, 2.3a, 1.3tç)
F, Jeremy Leloup (8.5s, 2.3r, 1.6a, %44 üçlük)
F/C, Matt Howard (8.9s, 8.1r, 1.3a, 3.9 hücum ribaundu)
G, Paul Lacombe (6.3s, 3.2r, 3.3a)
C, Bangaly Fofana (6.8s, 3.7r, 1.0a)
C, Romain Duport (7.8s, 2.8r, %66 ikilik)
G, Frank Ntilikina (5 maç, 3.6 dakika)

EN GÜÇLÜ YÖNÜ
Rahatlık. Strasbourg, tıpkı Galatasaray gibi, çok fazla genç oyuncuya yer veren bir takım değil. Uzun yıllardır profesyonel seviyede oynayan, tecrübeli oyuncuları kadrolarında barındırıyorlar. Takımdan beklentiler, özellikle Eurocup'ta çok düşük olduğundan, kaybedecek bir şeyleri yok. Ligde dokuz mağlubiyetin altısını deplasmanda alırken, Eurocup'ta sürekli deplasman maçlarını kazanmaları sürpriz değil. Bu sezon Euroleague'de iki çeyrek finalisti, bir de Final Four takımını yendiler. Fenerbahçe'yi 21 sayı farkla yendikleri maç, Real Madrid'i mağlup etmeleri... Hepsi rahat oynamanın sonucu. Kaybedince, aslında o kadar da çok şey kaybetmeyecekler. Finale çıkmaktan dolayı mutlular.

EN ZAYIF YÖNÜ
Kadro kalitesi. Sezon boyunca Eurocup'ta mücadele etmiş takımlara kıyaslandığında, Strasbourg'un kadrosu şaşırtıcı derecede zayıf. UNICS Kazan, EA Milano, Valencia, Bayern Münih, Gran Canaria, Pınar Karşıyaka, Trabzonspor Medical Park, Beşiktaş Sompo Japan gibi takımlardan daha kötü kadroya sahipler. Güçlü oyuna sahip değiller, genellikle maç sonuçları günlük performanslar üzerinden belirleniyor. Bu da istikrar sorununu beraberinde getiriyor. Real Madrid'i yenebilecek, Trento'ya yenilebilecek bir takım Strasbourg.

EN İYİ OYUNCUSU
Rodrigue Beaubois. Bir dönem NBA'de de forma giymiş Fransız skorer, oyun kurma görevi üstünden alınıp, sadece skor atmaya odaklandığında değerini ortaya çıkarıyor. Hava atışı yapıldıktan sonra Beaubois yola çıktığında, Strasbourg'daki tüm trafik ışıkları ona yeşil yanıyor. İstediği gibi top kullanma hakkına sahip. Bu özgürlük takıma yarasa da, Beaubois'nın oyun tarzına olumsuz etki yapmış gibi görünüyor. Geçmiş yıllara oranla çembere daha az giden, daha çok şutla bitirmeyi tercih eden bir oyuncu rolünde 28 yaşındaki guard. Asistleri, daha çok başka çaresi kalmadığı zamanda elinden çıkan toplardan oluşuyor.

X FAKTÖRÜ
Romain Duport. “Maç başına yalnızca 13 dakika sahada kalan bir oyuncu, nasıl olur da X Faktörü olabilir?” diye sorulabilir. Strasbourg'un oyun planı içinde pivot oyunları çok büyük yer tutmuyor. Ancak 2.18'lik Duport parkedeyken işler değişiyor. Duport eski usul, sırtı dönük oynamayı seven pivotlardan değil. Aksine, teması hiç sevmiyor. Perdeleme yaptıktan sonra çemberden uzaklaşıp, şutla bitirmeyi tercih ediyor. Bu da takımı lehine eşleşme avantajı yaratmasını sağlıyor. Strasbourg hücum çeşitliliği yaratmak için, Duport'un sayılarına ihtiyaç duyuyor. Strasbourg'un tüm sezon kazandığı maçlarda 8.3 sayı ortalaması olan Romain Duport, kaybedilen maçlarda 3.1 sayıda kalıyor. Onu oyuna dahil edemedikleri maçlar, Strasbourg için daha zor geçiyor.

HÜCUMDA NE YAPARLAR?
Vincent Collet, zaten saha içinde oyuncularına özgürlük vermeyi sevdiği için yıllardır Fransa Milli Takımı'nda oyuncuların favori ismi. Strasbourg'da kurduğu düzen de bundan farklı değil. Ancak aldatmasın, Strasbourg, "Fransız takımı" ezberinin dışında oynayan bir takım. Hızlı hücumu ortalamanın üstüne çıkarmayan, yarı sahada hücumu üç yaratıcı kısasının kararlarına teslim eden, eşleşme bozarak sonuca gitmeyi tercih eden bir ekip. Takımda tüm kararları topun sahibi olan Mardy Collins, Rodrigue Beaubois ve 37 yaşındaki Louis Campbell veriyor. Ancak bu üç oyuncu da birbirinden farklı özelliklere sahip. Campbell, daha çok takım için oynayan, etrafındaki oyunculara pozisyon hazırlayan bir guard. Beaubois en önemli bire bir opsiyonu. Collins ise ortalama bir guard'a oranla daha fizikli olduğundan, sırtı dönük oyunlarıyla da yaratıcılığını çeşitlendiriyor. Üç oyuncu da, daha çok ikili oyunlar üzerinden pozisyon kullanmayı tercih ediyorlar. Öte yandan, Strasbourg'un temel bitiricisi Kyle Weems. Weems, üç ve dört numarada oynayabilen, dış şut tehdidi bulunan önemli bir skorer. Ancak verimli olması için sıcak kalması gerekiyor. İlk şutunu soktuğu gün, büyük tehlike.

SAVUNMADA NE YAPARLAR?
Vincent Collet, Ergin Ataman'ın aksine, çok karmaşık savunma stratejilerine gitmeyi tercih eden bir antrenör değil. Bire bir savunmayı kabul eden, özel eşleşmelere yardım getiren bir koç. Alan savunmasını ya da riskli tercihleri çok denemiyorlar. Takımın tek çember savunucusu Bangaly Fofana da arkada güven veren bir isim değil. Collet her ne kadar “bu seri savunma serisi olacak” dese de, Strasbourg kazandığı maçlarda 84.1 sayı atan, kaybettikleri maçlarda sayı ortalaması 73'e düşen Strasbourg'u tanımlayan nokta hücumları.

STRASBOURG NASIL KAZANIR?
Hücumda top kaybetmeden, yüksek yüzdeyle şut atarak... Bu noktada üç kısa oyuncusunun form durumu çok önemli. Daha önce Fransa Ligi'nden Türkiye'ye gelip başarılı olmuş Bobby Dixon, Erving Walker ve Tyrone Brazelton gibi örnekler ortadayken, Collins-Beaubois için kendilerini yeniden Türk pazarına kanıtlama çabası ortaya çıkabilir. Bu, kupanın haricinde, bireysel anlamda ek motivasyon kaynağı yaratacaktır. Savunmada esas amaçları da, Galatasaray'ı top kayıplarına yönlendirmek olacaktır.

GALATASARAY ODEABANK NASIL KAZANIR?
1- 40 Dakika oyunda kalarak.
Dünya tarihine geçmiş ip cambazı Philippe Petit'nin hayatının anlatıldığı The Wire filminde çok önemli bir söz vardır. "Birçok ip cambazı, yolun sonuna geldiğinde ölür. Çünkü yolu bitirdiklerini düşünürler, fakat hâlâ ipin üstündedirler. Eğer üç adımınız varsa ve bu adımları kibirli şekilde atmayı düşünürseniz... Kendinizi yenilmez sanırsanız, ölürsünüz." Galatasaray için de durum farklı değil. Kupaya sadece üç adım kaldı, ancak o kupa müzeye girene kadar, o üç adım atılana kadar yol bitmiş değil. Fark ne olursa olsun, salonda son korna duyulana kadar mücadele etmek zorunda Galatasaray.

2- Mardy Collins'in skorunu engelleyerek.
Takımın en önemli skoreri Rodrigue Beaubois ve ne yaparsanız yapın, onun skor atmasını engelleyemezsiniz. Aksine, Beaubois'e özel önlem almak ve riskli savunma yapmak, gereksiz yere savunmada eksilmeye yol açar -ki bunu istemeyiz. Bu yüzden yarı sahadaki önemli skorerlerinden biri Collins'i hedeflemek ve onu sınırlamak gerekiyor. İki maç sonunda Collins'i toplam 25 sayının altında tutmak, kupayı kazanmak için Galatasaray'ın işini kolaylaştıracaktır. Belki de sırtı dönük oynayabilen Collins'in karşısında daha uzun kalabilmek adına onu Schilb'le savunmak kilit olabilir.

3- Romain Duport'u devre dışı bırakarak.
Strasbourg'un bazı maçlarda skorda kilitlendiği bölümler oluyor. Ve bu noktada Duport'un ikili oyunların sonunda kullandığı dış şutlar etki ediyor. Stephane Lasme'yle eşleştiği zaman bir problem yok, fakat Chuck Davis'le eşleştiği anlarda Davis'in bilhassa buna dikkat etmesi gerekiyor.

4- Top kayıplarını sınırlayarak.
Galatasaray Odeabank için her zaman en kritik detay, kaç top kaybettiği. İki maçta da top kaybını tek hanelerde tutmak, kupayı getirecektir.

20 Nisan 2016 Çarşamba

Fenerbahçe gibi kazanmak



2015 Mayıs'ında, bir cuma günü Madrid Opera Meydanı'nı dolduran Türklerin yüzünde aynı ifade vardı: Heyecandan ne yapacağını bilemeyen, bir an önce maç saatinin gelmesini bekleyen, stres/mutluluk/tedirginlik/heyecan ve adı konulamaz daha birçok duyguyu aynı anda hisseden... O saf duygular, Barclaycard Center'da yerini hüzne bıraktı. Andres Nocioni'nin başlattığı sertliğe boyun eğen Fenerbahçe, kaybetti. O gece Madrid'de gözü yaşlı, başı önde binlerce Fenerbahçe taraftarının konuşmaya mecali yoktu da, herkesin tek bir dileği vardı: “Keşke bir rövanşı olsa...”

Nitekim çeyrek finalde geçmişin anıları o kadar yoğundu ki; Fenerbahçe'nin İstanbul'daki iki maçı nasıl kazandığı, Real Madrid'i ne kadar sürklase ettiği bile unutulmuştu. Temkinli olmanın zamanıydı. Fakat spor böyle bir şey işte: Hatıralarınızla değil, bugün ne durumda olduğunuzla ilgilenir. Ve bugün Fenerbahçe, Real Madrid'in katbekat önünde.

“Her insanın hayatı bir şekilde biter. İnsanları birbirinden ayıran fark, nasıl yaşadığı ve ne şekilde öldüğüdür.” der Ernest Hemingway. Bu serideki fark da buydu: Fenerbahçe Final Four'a kalırken, Real Madrid'in tüm karakterini bozdu. İlk iki maçla ilgili akılda kalan ilk not, Fenerbahçe'nin Real'i boyalı alan dışına püskürttüğü ve dış atışlara zorladığıydı. Öyle ki, Madrid ilk maçta 34 üçlük, 25 ikilik denemişti. Real Madrid koçu Pablo Laso'nun seri analizinde bu not öne çıkmış olmalı ki, ev sahibi olduğu maça iç-dış dengesini sağlamak için çıktı. Teşhis doğruydu doğru olmasına da, tedavi için kullandığı ilacın yan etkileri çok ağırdı.

Laso tedavi için topu ısrarla pota altına indirmeyi istedi maçın başında. İlk iki maçın toplamında dört şut deneyen Gustavo Ayon, 13 top kullandı. Ayon'a top indirme önceliğini benimseyen Real Madrid, maçın yavaşladığını fark etmedi. Tedavinin komplikasyonu, hastalığın kendisinden daha ağır çıktı. Real Madrid koçu Pablo Laso bu detaya o kadar boğuldu ki, kendisini başarılı kılan etkenleri unutarak, hiç de Real Madrid gibi oynamadan kaybetti. Ne tempo artırabildiler, ne pozisyon sayısı... Öte yandan Fenerbahçe, sezon başından bu yana takımı var eden stratejiden dışarı çıkmadı. Hemingway'in dediği oldu, iki takım arasındaki farkı nasıl yaşadıkları ve nasıl öldükleri belirledi...

Fenerbahçe için öyle bir maç geçti ki, oyuncular çıkıp “günlerdir hazırlandığımız üçüncü maç bu muydu yani?” dese, ukalalık olarak algılanmamalı. Obradoviç'in ilk iki maç stratejisi Laso'nun aklına o kadar girmiş ki, seriyi İstanbul'da kazanmış Fenerbahçe. Özel hiçbir şey yapmadı sarı-lacivertliler. Ekpe Udoh ve Gigi Datome savunmadaki tüm açıkları kapattı, Pero Antiç ribaundlara önemli katkı yaptı ve 2016 model Bobby Dixon baskı savunması ve penetrelerini gösterdi. Sürpriz yoktu.

Esasında Real Madrid'in iyi dönemleri de oldu maçın içinde. Bandırma'da Fenerbahçe'nin Banvit'e kaybettiği maçta Selçuk Ernak'ın denediği alan savunmasının tıpa tıp aynısını uyguladılar ikinci çeyrekte. Başarılı da oldular. Fakat alan savunması tüm maçı götürebilecek bir strateji değil. Hele ki playoff çeyrek finalinde. Tabii bu noktada Bogdan Bogdanoviç'i de özel bir yere koymak gerekiyor. Tıpkı ilk maçın başında olduğu gibi, başta en iyi kısa savunmacısı Sergio Llull ile savundu Real, Bogdanoviç'i. Uzunların da yardımıyla, onu kötü şutlara zorladılar. Fakat oyunu hiç zorlamadı, maçın kendisine gelmesini bekledi 92 doğumlu forvet. Efsane koç Aydın Örs, “İyi oyuncu olmakla, büyük oyuncu olmak farklı şeylerdir.” demişti bir sohbetinde. Bogdanoviç, Aydın hocanın tanımladığı “büyük oyuncu” olma adımlarını teker teker atıyor bu sene. İşin krize girdiği anlarda soğukkanlılığı ve sorumluluktan kaçmaması, maçı Fenerbahçe'ye getiren etkenlerdendi.

Çok değil, daha beş ay önceydi... Aralık ayında, henüz Euroleague'in ilk turunda Real Madrid'in işini bitirme fırsatı vardı Fenerbahçe'nin. Real'i Madrid'de yenmek, geçen sene Final Four'da yenildiği salonda, son şampiyonu kupa dışına itmek anlamına geliyordu. Bir normal sezon galibiyeti, rövanş demekti. Olmadı, Fenerbahçe deplasmanda kaybetti ve Real Madrid, o galibiyetle yakaladığı ivme sayesinde çeyrek finale kadar yükseldi. “İntikam soğuk yenen bir yemektir” derler. Ne kadar soğuk, o kadar iyi. Aylar geçti, çeyrek finalde bir kez daha karşı karşıya geldi Fenerbahçe, Real Madrid'le. İşi bir kez daha Madrid'de bitirme fırsatı doğdu. İki maçta sertlikle bezdirdiği Real Madrid'e karşı, aynı sertlikle çıktı sahaya. Üç maçın da ilk yarısında 30 sayının altında tuttuğu rakibini savunmasıyla, net bir şekilde yendi. Geçen yılla tam olarak aynı yerde, aynı takımı, aynı şekilde yendi Fenerbahçe. Bu galibiyet herhangi bir galibiyet değil. Bu rövanş, herhangi bir rövanş değil. Bu final four başarısı, herhangi bir başarı değil. İnanmıyorsanız, geçen Mayıs ayında bir cuma günü Opera Meydanı'nı dolduranlara sorun...