5 Ekim 2011 Çarşamba

Rüya Takım



Avrupa basketbolunda yakın tarihin en büyük sürprizi şüphesiz ki Zalgiris Kaunas'tan gelmişti. Tyus Edney ve Saulius Ştombergas'ın etrafına kurulan ekipte kariyerinin sonlarına gelmiş Anthony Bowie, kariyerindeki ilk Avrupa sezonunu yaşayan George Zidek gibi oyuncular yer alıyordu. Dainius Adomaitis ve Zukauskas kardeşler görev adamı kontenjanından bu karmaya dahil olmuşlardı.

İşte bu yetenekli karmadan bir Avrupa şampiyonu yaratan isim koç Jonas Kazlauskas'tı. Hem de finalde Daniloviç, Rigaudeau, Sconochini ve Nesterovic gibi yıldızlardan kurulu Kinder Bologna'yı yenerek...

12 yıl önce Jonas Kazlauskas’tan kimse şampiyonluk beklemiyordu. Ancak o, kurduğu müthiş takım kimyası ve görev dağılımıyla kulüpler düzeyindeki bir numaralı kupayı Litvanya’ya getiren isim oldu. 2011 yılındayız ve Kazlauskas yine bir karma takımla yola çıkıyor. Ancak bu sefer beklentiler bambaşka. CSKA Moskova için şampiyonluk haricindeki her sonuç, başarısızlık olarak görülecek Rusya’da. Belki biraz insafsız, ama haklı temelleri olan bir beklenti bu. Zira CSKA Moskova, geçen yılki hayal kırıklığını atlatmak için Avrupa basketbolu tarihinin en güçlü takımlarından birini kurdu.

Transferler
JR Holden ve Trajan Langdon’ın emekli olmalarının yanı sıra Matjaz Smodis, Sergey Bykov, Boban Marjanovic ve Sani Becirovic’i kaybetti CSKA Moskova. Ancak CSKA taraftarının gidenlerin ardından gözyaşı dökmek için pek vakti olmadı. Gelenler listesine bakınca nedeni anlaşılabilir. Avrupa’daki en iyi iki oyun kurucudan birisi Miloş Teodosiç, en iyi pivot Nenad Krstiç ve en iyi kısa forvet Andrei Kirilenko’yu aldı bu yaz CSKA Moskova. Yetmiyormuş gibi geçen sezon tek başına bir Euroleague takımını sırtlayabileceğini gösteren Sammy Mejia da sırf kadroya derinlik katsın diye alındı.

Rotasyon: 
PG: Milos Teodosic / Aleksey Shved / Anton Ponkrashov
SG: Jamont Gordon / Evgeniy Voronov
SF: Andrey Kirilenko / Ramunas Siskauskas / Sammy Mejia
PF: Viktor Khryapa / Andrey Vorontsevich / Darjus Lavrinovic / Nikita Kurbanov
C: Nenad Krstic / Aleksandr Kaun / Dmitry Sokolov

CSKA Moskova’nın 15 oyunculuk olağanüstü bir kadrosu var. Ancak “yıldızlar karması” oluşumlarında sık görülen ego çatışmasına izin vermeyecek şekilde kurulmuş bir kadro bu. Teodosiç’in yöneteceği hücumlarda, çeşitli şekillerde sayı bulabilirler. Nenad Krstiç gibi bir sırtı dönük hücum silahı CSKA’nın fark yaratmasını sağlayacak. Siskauskas gibi bir şutör, Gordon ve Shved gibi penetreci skorerler, Khryapa ve Kirilenko gibi forvetten oyun kurabilecek çok yönlü atlet oyuncular, Vorontseviç gibi uzun şutörlerle savunulması çok zor bir takım haline geldi CSKA Moskova. Siskauskas’ı iki numaraya çekip Teodosiç-Siskauskas-Kirilenko-Khryapa-Krstiç gibi uzun ve korkutucu beşe sahip olabilirler. Shved-Gordon-Meija-Vorontseviç-Kaun ile oyunun temposunu yükseltip rakibi yorabilirler. Sayısız kombinasyonla bambaşka basketbol oynayabilir CSKA bu sene.

Hedef
Tek kelime: Şampiyonluk.

Anahtar Kelime
Sağlık ve takım kimyası. Geçen sezon sakatlıklardan çok çeken CSKA Moskova sağlıklı kalır ve yeni yıla kadar takım kimyasını oturtabilirse Mayıs ayında İstanbul’da olmamaları için hiçbir sebep yok.

* Bu yazı 5 Ekim 2011'de NTVSpor.net'te yayınlandı.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Sıradan Bir Smaç Değil


Kia'nın Blake Griffin için yaptığı reklam filmi. Smaç yarışmasından hemen sonra yayına sürülmüş. Güzel fikir.

Spor Tarihinde Bugün


NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz. 21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.


1 Ağustos 1996

Michael Johnson’ın tarihi dublesi

Atlanta’daki olimpiyat oyunları öncesi Amerika Birleşik Devletleri’nin öne çıkardığı en büyük yıldız, şüphesiz ki Michael Johnson’dı. Olimpiyat elemelerinde 19.66 koşarak Pietro Mennea’nın 17 yıllık 200 metre rekorunu kıran Johnson, Atlanta’ya çok formda gidiyordu. Hedef, olimpiyat tarihinde hiçbir erkek atletin yapamadığını yapıp, hem 200 hem de 400 metrede altın madalyaya ulaşmaktı.

Michael Johnson için üretilen özel ayakkabı, olimpiyat oyunlarının en popüler haberlerindendi. “Altın ayakkabılı adam” olarak anılan Michael Johnson için özel olarak üretilen çivili ayakkabıların sol teki 44.5; sağ teki 45 numara olarak hazırlanmıştı.

29 Temmuz’da dublenin ilk ayağını çok rahat tamamladı Johnson. 400 metre finalini bir saniye farkla kazandı. Artık gözler 1 Ağustos 1996’daki 200 metre finaline çevrilmişti. Frankie Fredericks ve Ato Boldon gibi önemli sprinterlere karşı yarışan Johnson, 19.32 ile dünya rekorunu kırdı ve tarihe geçti.

Johnson’ın 200 metre dünya rekoru 13 sene sonra Usain Bolt tarafından kırılsa da, Olimpiyat oyunları tarihinde hâlâ hem 200, hem de 400 metreyi kazanabilen bir erkek atlet bulunmuyor…

31 Temmuz 2011 Pazar

Spor Tarihinde Bugün


NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz. 21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.



31 Temmuz 1994

Sergey Bubka 6.14’ü geçti

Atletizm tarihinin en büyük efsanelerinden birisi Sergey Bubka; kazanılabilecek tüm şampiyonlukların sahibi olarak bitirdi kariyerini. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıldıktan sonra Ukrayna adına yarışmaya başlayan Bubka, atletizm kariyeri boyunca toplam 35 dünya rekoru kırarak ulaşılması güç bir noktaya geldi.

Sergey Bubka’nın son dünya rekoru, 31 Temmuz 1994’te geldi. Rekor için iki bin metre yüksekliğindeki İtalyan Alpleri’nde bulunan Sestriere kasabasındaki yarışa katılan Rus atlet, 6.14’ü geçerek tarihin en iyi derecesinin altına imza attı. Esasında bu rekordan bir buçuk sene önce salonda 6.15’i geçmişti Bubka. 1994 yılından bu yana değil 6.14, Bubka’nın 17 senelik dünya rekorunun yanına yaklaşan bile olmadı. Gelişen teknoloji ve daha hafif, kuvvetli sırıklara rağmen 1998’den bu yana 6.05 veya üzerinde atlayabilen bir atlet yok.

Rus yıldız öyle bir referans kaynağı haline geldi ki, 27 dünya rekoru kıran Yelena Isinbayeva bile “Dişi Bubka” lakabıyla anılıyor.

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Spor Tarihinde Bugün



30 Temmuz 1995

Miço’nun yeşil sahalara vedası

Fenerbahçe tarihinin unutulmayan kaptanlarından biri olan Müjdat Yetkiner, 1961 yılında İstanbul’da doğdu. 1979 yılında Fenerbahçe altyapısında futbola başladı. Savunma oyuncusu olmasına rağmen hırsı ve mücadeleci yapısıyla kendisine görev verilen her bölgede başarıyla mücadele eden bir isimdi Müjdat. 1980 yılında oynamaya başladığı A takımda 1995 yılına kadar görev yaptı. Fenerbahçe forması giydiği 15 sezonda 3 lig şampiyonluğu, 2 Türkiye Kupası, 3 Cumhurbaşkanlığı Kupası kazandı. Fenerbahçe formasıyla 765 maç oynayarak kulüp tarihine geçen Müjdat Yetkiner, 429 kez Birinci Lig’de forma giydi.

Tüm kariyerini altyapısından yetiştiği Fenerbahçe’de geçiren Müjdat Yetkiner, hâlen sarı-lacivertli formayı resmi maçlarda en çok giyen isim olma unvanını koruyor. Yetkiner’in vedası, 30 Temmuz 1995’te görkemli bir jübileyle olmuştu. Sahaya helikopterle getirilen Müjdat, oğlu Kılınç ile birlikte alkışlar arasında futbola veda etmişti. Fenerbahçe, Müjdat’ın jübile maçında Kocaelispor ile 1-1 berabere kalmıştı...

29 Temmuz 2011 Cuma

Spor Tarihinde Bugün



29 Temmuz 1951

Ali Sami Yen aramızdan ayrıldı

Galatasaray Spor Kulübü’nün kurucusu Ali Sami Yen, 20 Mayıs 1886’da İstanbul Kandilli’de dünyaya geldi. Edebiyatçı Şemsettin Sami’nin ikinci oğlu olan Ali Sami Yen, 15 yaşındayken spor yapmaya başladı. 1906’da mezun olduğu Galatasaray Lisesi’nde edebiyat dersinde arkadaşlarıyla birlikte Galatasaray Spor Kulübü’nü kurmaya karar verdi. Türk spor tarihinin kilometre taşlarından biri olan Ali Sami Yen, Galatasaray’ın bir numaralı kurucu üyesidir.

Galatasaray’ın ilk resmi başkanı unvanını da elinde bulunduran Ali Sami Yen, 1905 ile 1918 yılları arasında, ayrıca 1925 yılında 2 dönemde toplam 14 yıl Galatasaray Kulübü’ne başkanlık yaptı.

Ali Sami Yen ayrıca 1910 yılında İstanbul Ligi Heyet Başkanlığı, 1926-1931 yılları arasında Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığı görevlerini de yaptı. 1923 yılında Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’nı kurdu. Türk spor tarihinin bu önemli ismi, 29 Temmuz 1951 tarihinde yaşama veda etti.

Ali Sami Yen adı, şimdilerde Seyrantepe'deki spor kompleksinde yaşıyor...

Yazı: Murat Demiryas

28 Temmuz 2011 Perşembe

Smaç Yarışması?


NBA yokken basketbolu özlemiş olabilirsiniz. Bu özleminizi dindirir mi bilmiyorum ama eğlenceli bir video. Twitter'da @jeskeets'ten gördüm. Tarihin en saçma smaç yarışması olabilir. İkinci smaç eğlenceli ama ilkinde resmen ölüm tehlikesi atlatmış arkadaş. Siz yine de evde denemeyin.

Spor Tarihinde Bugün


NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz. 21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.



28 Temmuz 2001
Ian Thorpe’un altı altın madalyası

FINA, 2001 Dünya Su Oyunları Şampiyonası’nda 800 metre serbest yüzmeyi de yarışmalara ekleme kararı aldığında, dönemin en formda yüzücüsü Ian Thorpe için yeni bir hedef belirmişti.

Japonya’ya yedi altın madalya gibi imkânsız bir hedefle gidiyordu Avustralyalı yıldız. İlk gün 400 metre serbest ve 4x100 metre serbest bayrak yarışında yer alacaktı Ian Thorpe. Müthiş bir son 50 metre yüzerek 400 metrede yeni bir rekor kırdı. 4x100 metre bayrakta suya üçüncü giren Thorpe, yine altın madalyayla çıktı. 800 metre finalinde dünya rekoru kırarken, 200 metrede Olimpiyatta geçildiği Van den Hoogenband ile yarışıyordu. Strateji değiştiren Thorpe, son 50 metrede tempo artırarak dünya rekoru kırdı ve dördüncü dünya şampiyonluğunu kazandı. 100 metre serbestte kariyerinin en iyi derecesini yapmasına rağmen dördüncü sırayı elde etti ve kürsü dışı kaldı.

4 x 200 metrede dünya rekoruyla beşinci altınını kazanan Thorpe, 100 metrenin rövanşını 28 Temmuz 2001’de aldı. 4 x 100 metre bayrakta favori ABD’yi geçen Avustralya takımı bir altın daha kazandı. Bu da Ian Thorpe’u dünya şampiyonaları tarihinde altı altın madalya kazanan ilk sporcu yaptı. Yıllar sonra Michael Phelps’in sekiz altın madalyalı olimpiyatı onun önüne geçse de, Avustralyalı Ian Thorpe’un yaptıkları unutulmazdı.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

İspanya 2011

Jorge Garbajosa’dan sonra Alex Mumbru, Raul Lopez ve Fran Vazquez de kadro dışı kalıyorsa o takımın zayıf bir kadroyla mücadele edeceği söylenebilir. İspanya için aynı şey geçerli değil. Calderon ve Rubio ile başlayıp, Gasol kardeşler ve Ibaka ile biten müthiş derin bir rotasyona sahip İspanya. Fran Vazquez isminin dışarıda kalması sürpriz değil, zira o bu yazı dinlenerek geçirmek istedi. İspanya Milli Takımı’nın Eurobasket öncesi 15 kişilik kadrosu. Takımdan üç kişinin daha kesileceğini söyleyelim.

PG
Jose Calderon
Ricky Rubio
Sergio Llull
Victor Sada

SG/SF
Juan Carlos Navarro
Rudy Fernandez
Victor Claver
Fernando San Emeterio
Carlos Suarez
Rafa Martinez

PF/C
Pau Gasol
Marc Gasol
Serge Ibaka
Felipe Reyes
Xavi Rey

Bu da takımın yapacağı hazırlık maçlarının tam listesi:

9 Ağustos: İspanya-Fransa (Almeria)
13 Ağustos: İspanya-Litvanya (Madrid)
15 Ağustos: İspanya-Bulgaristan (Guadalajara)
18 Ağustos: İspanya-Litvany (Kaunas)
20 Ağustos: İspanya-Slovenya (Malaga)
21 Ağustos: İspanya-Slovenya (Granada)
25 Ağustos: İspanya-Avustralya (Murcia)
26 Ağustos: İspanya-Avustralya (Valencia)

Parkeden plaja...



Deron Williams, Sasha Vujaçiç ve Darius Songaila Türkiye’ye...

Kobe Bryant, Kevin Durant, James Harden ve arkadaşları Uzak Doğu’ya...

Sonny Weems Litvanya’ya, Nenad Krstiç, Chris Quinn ve Timofey Mozgov Rusya’ya...

Lokavt boyunca birçok oyuncu kendine farklı ülkelerde iş buldu. Kimi uzun süre, kimi lokavt boyunca, kimi de iki hafta basketbol oynayarak para kazanacaklar. Hidayet Türkoğlu gibi bazı NBA oyuncuları kendi kulüplerini kurdu, Tony Parker gibi zaten kulüp sahibi olanlar kendi takımlarıyla ilgileniyor, Ron Artest gibi komedi gösterisiyle hayatını idame ettirmeye çalışanlar da var...

Ancak Kevin Love şu ana kadar kimsenin aklına gelmeyeni yaptı ve başka bir sporu denemeye karar verdi.

Minnesota Timberwolves’un yıldızı lokavt süresince plaj voleybolu oynamaya karar verdi. Love, gelecek ay Manhattan Beach Open’da mücadele edecek. Love henüz bir partner seçmemiş, ancak Times Meydanı’nda kurulan özel sahada yetenekli olduğunu göstermiş.



Eh, Kevin Love’ın plajla arasının iyi olduğunu söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Amcası Mike Love, Beach Boys grubunun üyesi ünlü bir solist. Santa Monica doğumlu. Kevin’in babası Wilt Chamberlain ile karşılıklı plaj voleybolu oynamış eski bir sporcu. (Evet, Chamberlain basketbolu bıraktıktan sonra uzun süre Santa Monica’da plaj voleybolu oynadı)

Love üç gün sürecek ve 200 bin dolar ödüllü turnuvaya katılacak. Basketboldaki başarısını burada da gösterir mi, bilinmez. Ancak kolay pes etmeyeceği kesin.

Spor Tarihinde Bugün


NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz. 21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.


27 Temmuz 1993
Javier Sotomayor’un 2.45’lik rekoru

Spor tarihinin en önemli efsanelerinden birisi olan Javier Sotomayor için 27 Temmuz 1993 tarihinin anlamı büyük.

Zira o tarihte İspanya’nın Salamanca şehrinde düzenlenen bir Grand Prix’de yüksek atlama finali için tartan piste çıktı Sotomayor.

1989’da 2.44’lük derecesiyle dünya rekorunu kırmış, ancak aradan geçen dört yıl boyunca diz ve topuğundan geçirdiği sakatlıklar yüzünden aynı formu yakalaması uzun sürmüştü. 2.45’i Ağustos 1991’de denemiş, ancak 2.35 ile altın madalyayı garantiledikten sonra, belki de formalite olarak.

Sotomayor, 27 Temmuz 1993’te adeta rekor için piste çıkmıştı. İlk atlayışında 2.32’yi zorlanmadan geçip, 2.35 ve 2.38’i de birer atlayışta geçerek altın madalyayı garantilemişti. Sıra rekor denemesine geldiğindeyse ilk denemesinde çıtayı devirmişti Kübalı yıldız. İkinci denemesi için o 18 adımlık koşusuna başladığı an, sanki rekor kesin gibiydi. 12, 13 ve 14. adımları uzun atan Sotomayor, 18’de sol ayağıyla muazzam sıçradı ve vücudunu çıtanın üstünden sıyırdı... Mindere düştüğü anda bir dünya rekortmeni olmuştu artık...

Sotomayor’un o rekorunun 18. yıl dönümü bugün. 2000 yılında Vyacheslav Voronin’in 2.40’lık atlayışını saymazsak, o günden bu yana 2.45’in yanına yaklaşan bile yok...

26 Temmuz 2011 Salı

Spor Tarihinde Bugün

NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz. 21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.



26 Temmuz 2000
Beşiktaşlı Nouma’nın ilk golü

2000 yazı Türk futbolunun yıldız transfer geleneğinin zirve yaptığı bir dönemdi. Fenerbahçe Kenneth Anderson, Galatasaray Mario Jardel ve Trabzonspor da Rune Lange'yi alarak büyük sükse yapmıştı. Tecrübeli teknik adam Nevio Scala'yı takımın başına getiren Beşiktaş'ın da diğer büyüklerden geri kalmaya hiç niyeti yoktu.

Siyah-beyazlı takım, santrafor transferi için Fransa futbolunun önemli yıldızlarından Pascal Nouma'da karar kıldı. Bir süre sonra Beşiktaş formasıyla efsaneleşecek Nouma’nın hikâyesi, resmen 26 Temmuz 2000’de başladı. İlk kez bir resmi maçta İnönü’ye çıkan Pascal Nouma, Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turu ilk maçında Levski Sofya’ya karşı golünü attı.

Beşiktaş’tan kolay bir galibiyet beklenen maç, düşünülenden zorlu geçti. Sert bir futbol oynayan Levski’ye karşı 82. dakikaya kadar gol bulamayan siyah-beyazlılar, İbrahim Üzülmez’in soldan ortasına ayağını uzatan Nouma ile galibiyete ulaştılar.

İşte tribünlerin “bir aşk hikâyesi” olarak adlandırdığı o öykü, 26 Temmuz 2000’de başladı...

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Spor Tarihinde Bugün

NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz. 21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.



25 Temmuz 2001
Kocaelispor: 4 – Arsenal: 1

Arsene Wenger'in Arsenal'ı, 2001-02'de hem premier league şampiyonluğunu, hem de lig kupasını kazanarak sezonu çifte kupayla tamamlamıştı. Gol kralı Thierry Henry'nin yanı sıra; Patrick Vieira, Robert Pires, Dennis Bergkamp ve Freddie Ljungberg gibi süper yıldızlarıyla o sezon ligde oynadığı tüm maçlarda gol atarak şampiyon olmuştu.

İşte Arsenal'in o efsanevi sezonu, Avusturya'daki bir hazırlık turnuvasıyla başlamıştı. Ünlü Swarovski kristallerinin memleketi Wattens'te "Swarovski Kupası" adındaki turnuvada Arsenal'ın yolu Hikmet Karaman'ın Kocaelispor'uyla kesişti.

Alexandrov-Lazarov ikilisinin yanı sıra Nuri Çolak, Cihan Haspolatlı ve Serdar Topraktepe ile iyi bir kadrosu vardı yeşil-siyahlıların. Ancak karşı tarafta Vieira, Pires, Wiltord, Bergkamp ve Parlour gibi yıldızlarıyla Arsenal vardı. Hazırlık maçı da olsa İngiliz ekibinin farklı galibiyeti bekleniyordu ve yoğun transfer gündeminde bu maçın spor sayfalarında bir satırdan fazla yer alması pek mümkün değildi.

Ancak Lazarov’un iki, Nuri ve Serdar’ın birer golleriyle 4-1 kazanan taraf Kocaelispor oldu. Avusturya’da belki kimsenin ilgilenmeyeceği bu hazırlık maçı, bir anda spor basınında kendine geniş bir yer buldu. Yerel basın “Arsenal ile kafa yaptık” başlıklarıyla eğlenirken; 25 Temmuz 2001 tarihinde oynanan bu maç spor tarihinde hoş bir anı olarak kendine yer buldu. Kocaelispor’un Arsenal galibiyetiyle başlayan o sezonu, bir de kupayla taçlandı. Yeşil-siyahlılar, o sezon Türkiye Kupası finalinde Beşiktaş’ı 4-0 yenerek kupa şampiyonu oldu...

24 Temmuz 2011 Pazar

Spor Tarihinde Bugün


NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz. 21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.



24 Temmuz 2005

Lance Armstrong, Fransa Bisiklet Turu’nu yedinci kez kazandı

24 Temmuz 2005, spor tarihinin en büyük efsanelerinden Lance Armstrong’un kariyerinin zirvesiydi. Armstrong, 92. Fransa Bisiklet Turu’nu üst üste yedinci kez kazandı.

Aslında 2005’teki tur Armstrong için çok da iyi başlamamıştı. Eski takım arkadaşı David Zabriskie, ilk üç etap sonunda sarı mayoyu elinde bulunduruyordu. Ancak dördüncü etabın son kilometresinde Zabriskie düşünce, kurallar gereği yarış liderine verilen sarı mayo ikinci sıradaki Lance Armstrong’a geçti. Tecrübeli yıldız, büyük bir centilmenlik örneği göstererek bu etapta sarı mayoyu giymeyi reddetti. Ancak organizasyon komitesi, sarı mayoyu giymemesi halinde Armstrong’u yarış dışı bırakmakla tehdit etti. Sonrasında tek bir etap hariç, her zaman lider götürdü yarışı Lance Armstrong. 24 Temmuz’da da son kez zirveye çıktı.

Sadece bir sporcu olarak değil, bir insan olarak da özel bir isimdi Armstrong. 1996 yılında testis kanseri teşhisi konan efsane, bu zorlu hastalığı yenmesinin ardından üst üste yedi kez Fransa Bisiklet Turu’nu kazanarak tüm kanser hastalarına ilham kaynağı oldu. Lance Armstrong’un kansere karşı sarı bileklik projesi, tüm dünyadaki kanser hastalarına yardım için 325 milyon dolardan fazla yardım topladı.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Spor Tarihinde Bugün

NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz.  21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.






23 Temmuz 2006
Ümit Milliler Avrupa ikincisi

Türkiye 23 Temmuz 2006’da, basketbolda Avrupa Ümitler Şampiyonası’nın finaline çıktı. O zamanki adıyla Sırbistan-Karadağ’a karşı son ana kadar başa baş geçen maçın sonunda sahadan 64-58 mağlup ayrılan ay-yıldızlılar gümüş madalya kazanarak büyük bir başarının altına imza attı.

O gün milli takımımıza karşı 18 sayı atan Nikola Pekoviç, bugün NBA’de oynuyor ve Karadağ Milli Takımı’nın formasını terletiyor. Milenko Tepiç, Novica Veliçkoviç ve Ivan Pauniç de Euroleague’de kendilerine yer buldular.

Ancak İzmir’in ev sahipliği yaptığı bu şampiyona, Türk basketbolu için daha önemli bir başlangıçtı. O takımdan beş oyuncu şu anki A Milli Takım’da yer alıyor. Semih Erden, Ömer Aşık, Cenk Akyol, Oğuz Savaş ve tabii ki o gün en değerli oyuncu ödülünü kaldıran Ersan İlyasova, “12 Dev Adam” rütbesini hâlâ taşıyan isimler. Bu rütbeyi kazanan bir diğer isim de oyun kurucu Hakan Demirel oldu.

Bu turnuvada yıldızlaşıp, sonrasında A Milli Takım formasını giyen isimler bunlarla sınırlı değildi. Turnuvanın en iyi beşine seçilen Sloven forvet Emir Preldziç, Türkiye’de geçirdiği yıllar sonrasında bizden biri oldu ve artık o da ay-yıldızlı forma için mücadele ediyor.

22 Temmuz 2011 Cuma

Spor Tarihinde Bugün




NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz.  21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.


22 Temmuz 1894
Tarihin ilk motor yarışı Paris-Rouen Grand Prix


Juan Manuel Fangio, Ayrton Senna ve Michael Schumacher gibi yıldızları çıkaran Formula 1’in temelleri bundan tam 117 yıl önce atıldı. Günümüzde yüz milyonlarca kişiyi ekran başına kilitleyen motor yarışlarının ortaya çıkış amacı spordan çok üreticilerin daha çok otomobil satabilmesiydi.

22 Temmuz 1894’te bir Paris gazetesi Le Petit Journal, tarihteki ilk motor yarışını organize etti. Paris ve Rouen arasında 128 kilometrelik parkur, Porte Maillot’dan başlayıp Bois de Boulogne’da bitti. Yarışı kazanan Kont Jules-Albert de Dion, 6 saat 48 dakikalık derecesiyle birinciliği elde etti. Günümüzün F1 araçları saatte

300 kilometre hızın üzerine çıkabiliyor. Ancak 1894’teki yarışı kazanan Jules-Albert, saatte ortalama 19 kilometre hızla giderek birinciliği elde etti. Jules-Albert, ikinci olan Georges Lemaître’in üç buçuk dakika önünde finişe ulaştı.

Markalar klasmanındaysa yarışın iki kazananı, Peugeot ve Panhard oldu. Araçlar hız, yol hakimiyeti ve güvenlik kriterleri üzerinden değerlendirildi.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Spor Tarihinde Bugün





NOT: Spor Tarihinde Bugün, NTV SPOR'da Coşkun Çelik'in hazrıladığı güzel bir program. İzleyici olarak bizim kanalın en sevdiğim kısımlarından biri. Coşkun Çelik yıllık izindeyken nöbeti devralmak bana düştü. Onun kadar olamasa da kendimizce bir şeyler karalıyoruz.  21 Temmuz - 1 Ağustos arasında nöbet bende, sonra alıştığınız kaleme geri dönecek Spor Tarihinde Bugün.


21 Temmuz 1957
Amerika Açık’ı kazanan ilk siyah kadın Althea Gibson

Venüs ve Serena Williams'ın başarıları, kadın tenisinde siyahi sporcuların zirvesi olarak gösterilebilir. Ancak her siyahi sporcu Williams kardeşler kadar şanslı değildi. ABD'de ırk ayrımının zirve yaptığı 1950'li yıllarda, Althea Gibson öncü olup arkasından gelenler için büyük fedakârlıklar yaptı. Gibson'ın kariyerinin zirvesi, 21 Temmuz 1957'ydi. Martin Luther King'in "bir hayalim var" konuşmasını yapmasından altı sene önce, Gibson kendi hayalini gerçekleştirmişti. Gibson, 21 Temmuz 1957'de, şimdilerde Amerika Açık olarak bilinen Amerika Şampiyonası'nı kazanan ilk siyahi sporcu oldu. Bir anda tüm basının ilgisini üzerine çekmişti.

Tenisi bıraktıktan sonra müzik sektörüne atıldı Althea Gibson. Ünlü basketbol takımı Harlem Gezginleri'yle birlikte turnelere katılıp, kariyerine eğlence sektöründe devam etti. Gibson; 1971 yılında, 44 yaşındayken tenise geri dönme kararı aldı. Fakat fiziksel yetersizlikleri yüzünden eski performansını sahaya yansıtamadı ve kısa süre sonra yeniden sporu bıraktı.

1992 yılında ağır bir felç geçiren Althea Gibson, 2003 yılında 76 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.

Mola bitti


TV, gazete, radyo derken normal sezonun yoğunluğu içinde bir şeyden fedakârlık etmek zorunda kalmıştım. Tercihimi kişisel blogdan yana kullanmıştım o zaman. Güzel geçen bir sezonun ardından aylar sonra kilidi açma zamanı geldi. Beklenti yaratmak istemem, arada bir buraya bir şeyler karalayacağım.

Hayırlısı bakalım.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Final diğer notlar





MVP Dirk Nowitzki
Dallas Mavericks’in şampiyon olduğu final serisinin en değerli oyuncusu Dirk Nowitzki aldı. Alman yıldız bu tarz ödüllere alışık. Daha önce 2007’de NBA’in en değerli oyuncusu seçilmiş, yedi kez Avrupa’da yılın oyuncusu olmuş, 2002 Dünya Şampiyonası ve 2005 Avrupa Şampiyonası’nda MVP ödüllerine layık görülmüştü. Nowitzki, 33. doğum gününü kutlamasına bir hafta kala, belki de kariyerinin en önemli MVP ödülünü kazandı. Nowitzki, hayatında ilk kez bir organizasyonda şampiyon oldu.



Rick Carlisle tarihe geçti
Final serisi başlarken, NBA’de görev yapan 30 antrenör içinde yalnızca ikisi şampiyonluk kazanmıştı. Boston Celtics’i zirveye taşıyan Doc Rivers ve San Antonio Spurs ile kupalar kaldıran Gregg Popovich. Dallas Mavericks’in 2011 NBA şampiyonu olmasıyla bu sayı üçe çıktı. Rick Carlisle, antrenörlük kariyerinde ilk kez takımını zirveye taşıdı. Carlisle daha önce de oyunculuk döneminde Boston Celtics formasıyla 1986 yılında şampiyonluğa ulaşmıştı. 51 yaşındaki koç, hem oyuncu hem antrenör olarak NBA şampiyonu olan 11. isim olma başarısını gösterdi.



Cuban kesenin ağzını açtı
Mark Cuban, NBA’in en çok tartışılan takım sahiplerinden biri. İki buçuk milyar dolarlık servetiyle ligin en zengin takım sahiplerinden biri olan Cuban, görkemli bir şampiyonluk kutlaması organize etmeye hazırlanıyor. Dallas Belediye Başkanı Dwaine Caraway şehir bütçesinin kutlamalar maddi destek gerektiğini açıklamıştı. 52 yaşındaki Cuban ise başkanın bu çağrısından sonra “kutlamaların tüm masraflarını karşılama” sözünü verdi. Mark Cuban aynı zamanda bir NBA geleneği haline gelen “şampiyonluk yüzüğü” yerine yepyeni bir fikirle ortaya çıkacağını açıkladı. Cuban, yüzük geleneğinin eskidiğini ve Mavericks’in bu durumu değiştireceğini vurguladı.

İyiler her zaman kazanır



2011 NBA şampiyonu Dallas Mavericks oldu. NBA Final Serisi altıncı maçında Miami Heat’i 105-95 yenen Dallas, seriyi 4-2  kazandı ve tarihindeki ilk şampiyonluğuna ulaştı. 

"Kariyerimde dokuz binden fazla şut kaçırdım, 300'den fazla maç kaybettim, 26 kez maç kazandıracak şutu kaçırdım. Hayatımda sürekli başarısız oldum. İşte başarımın sırrı bu..." Tüm zamanların en iyi oyuncusu Michael Jordan’ın bu sözü, pekâlâ Dallas Mavericks’in 2011 şampiyonluk yürüyüşü için de kullanılabilir. Kadrosunda 10 yılın üzerinde NBA tecrübesine sahip dokuz oyuncusu bulunan Mavericks’te kimse şampiyon olmamıştı daha önce. Hepsi kalp kıran tecrübelere sahiplerdi. 2006 Finali’nden Dirk Nowitzki ve Jason Terry, 2002 ile 2003’te kupaya yaklaşan Jason Kidd, Robert Horry’nin unutulmaz üçlüğüyle final biletini kaçıran Peja Stojakoviç, konferans finalinden öteye geçemeyen Shawn Marion ve liseden NBA’e adım attığı günden bu yana kendine NBA haritasında bir yer bulmaya çalışan DeShawn Stevenson hep kötü hatıralara sahipti. Şimdi onların hepsini güzel anılarla değiştirecekler.

Dip noktadan ayağa kalkıp zirveye çıkabilmek ancak karakter işidir. Mavericks oyuncuları sahaya yürek koydular, çalıştılar, yaptıkları şeye inandılar ve sonunda kazandılar. Gösterişli bir oyunu yok Dallas Mavericks’in. NBA’de sezonun en iyi hareketleri arasında onları göremezsiniz. Rakipleriyle dalga geçmiyorlar, kimsenin üzerinden smaç vurmuyorlar, göz alıcı bloklarla herkesi ayağa kaldırmıyorlar. Fakat işlerine o kadar çok konsantre olmuşlar ki, insanların sempatisini kazanmaları çok uzun sürmüyor.

Dirk Nowitzki’nin şampiyonluk kutlamasına bakarak bile anlayabilirsiniz Mavericks’in ne kadar alçak gönüllü olduğunu. O kadar şaşırdı ki, duygularını kontrol etmekte çok zorlandı. Bitiş kornası çalar çalmaz soyunma odasına gitti. Ağladı ve geri geldi. Hayatındaki en büyük sevinci yaşarken bile kendini kontrol edebilen bir adamdan bahsediyoruz. Kimseyi kırmadan, kırıldığı zaman sesini çıkarmadan, sürekli çalışarak, mütevazı bir şekilde başarıya ulaşmaya çalıştı. Başardı da. Bu adam 130 bin nüfuslu bir şehirde doğdu. Daha büyük bir başarı reçetesi olabilir mi? Hayal etti. Çalıştı. Başaramadı. Tekrar çalıştı, bir kez daha denedi. Olmadı. Yine çalıştı. Ve sonunda kazandı...

10 Haziran 2011 Cuma

Jet iş başında



NBA Final Serisi beşinci maçında Dallas Mavericks, Miami Heat’i 112-103 yenerek seride 3-2 öne geçti. Dallas’ta gecenin kahramanı son çeyrekte attığı sekiz sayıyla Jason Terry oldu. 

Gary Payton NBA tarihinin en iyi oyun kurucularından biri. Ancak onunla aynı sahayı paylaşmış herhangi birisi "eldiven" lakabını almasını sağlayan sert savunmasından, çaldığı toplardan ve olağanüstü saha görüşünden bahsettiği kadar çenesinden de bahseder. Eğer "NBA tarihinin en çok konuşan oyuncusu" diye bir ödül olsaydı, bunu hak eden kişi Gary Payton olurdu. Payton, Dallas ile Miami'nin karşı karşıya geldiği 2006 Final Serisi'ndeki unutulmaz üçüncü maçta çok kritik bir basketi vardı süper yıldızın. O zaman Jason Terry başta olmak üzere Dallas Mavericks oyuncularının kalbini kırmıştı.

Terry, o günü hayatı boyunca unutamadı. Şimdi Gary Payton yok, ancak onun mirasını final serisinde sürdürme görevini Jason Terry üstlendi. Belki Payton kadar iyi savunma yapamıyor ama gevezelik konusunda ondan geri kalır yanı yok. Hatta Dirk Nowitzki, kaybedilen son maçın ardından Terry'ye konuşma yasağı getireceğinden bahsetmişti. Yasak işe yaramadı tabii ki. Fakat başka bir getirisi oldu. Jason Terry, basketbol oynamaya başladı. Tıpkı idolü olarak gördüğü Gary Payton'ın beş sene önce yaptığı gibi hayati önem taşıyan bir basket attı Jet. Dallas'ın aldığı üçüncü galibiyette de son çeyrekte sahneye çıktı. Onun son çeyreklerde sekizer sayı attığı üç maç var finalde. Üçünü de Dallas kazandı. Kaybettikleri iki maçtaysa son 12 dakikayı sıfır sayıyla tamamladı Jet. Dallas'ın kupa özlemini gidermesi için ne kadar büyük önem taşıdığının daha iyi bir göstergesi olamaz. Kupa demişken, sezon başlamadan çok büyük bir iddia koymuştu ortaya Jason Terry. Sağ kolunda, pazı olarak da bilinen biceps'ine kocaman bir NBA kupası dövmesi yaptırmıştı sezon başlarken. Hem de "eğer şampiyon olamazsak bu dövmeyi sildireceğim" diyerek...

Terry'nin iddiaları bu kadarla kalmamıştı. Son çeyreklerde LeBron James'ten daha iyi oynayabileceğini söylediğinde hakkında obsesif kompulsif bozukluk teşhisi konmuştu. Terry, bu sefer konuşmasının altını doldurmayı başardı. Hem de son çeyrekte LeBron James ortalarda yokken. Önce James'i bire birde geçerek Jason Kidd'e bir asist yaptı, sonra da LeBron'ın eli üzerinden maçı bitiren üçlüğü attı. James son çeyreği iki sayıyla tamamladı yalnızca. Maç sonunda 17 sayı-10 ribaund-10 asistle triple-double yapmasına rağmen, dördüncü periyotta Jason Terry’ye yenildi LeBron James. Terry 8/12 isabetle, 21 sayı-4 ribaund ve 6 asist kaydetti. Daha da önemlisi, onun rüzgârı Dallas’a inanılmaz bir hava getirdi. Takım halinde %68 gibi akıl almaz bir üç sayı isabeti yakaladı Mavericks.

Terry, belki de hayatında ilk kez boş konuşmadı. Anlaşılan o ki, Dirk Nowitzki ve diğer takım arkadaşlarının bir süre daha başı ağrıyacak. Ancak böyle oynadığı sürece Jet’in konuşmaya hakkı var. Zira Terry, Dallas’ı şampiyon yapmaya karar verdi.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Nowitzki’nin ateşi sönmedi



NBA Final Serisi Dördüncü maçında Dallas Mavericks, Miami Heat’i 86-83 yendi. Dallas’a galibiyeti getiren isim, 39 derece ateşle sahaya çıkan Dirk Nowitzki oldu

Bazen kahraman olmanız için harika oynamanız yetmez. Bazen de kötü oynarken bile kahraman olursunuz. Dirk Nowitzki, NBA Final serisinin dördüncü maçında kariyerinin en iyi basketbolunu oynamadı. 19 şutunda altı isabet buldu, ortalamasının çok altında kalıp sadece 21 sayı attı ve üç top kaybetti. Yine de maçın kahramanı oldu.

Nasıl mı?

Uzun sarı saçlarıyla bildiğimiz Alman yıldızın hayatı boyunca karşısına çıkan en büyük sorunlardan biri sinüzit, en olmadık yerde bir kez daha yokladı. Dirk daha önce sinüslerini temizlemek için bir kez operasyon geçirmiş, önlem olarak da bir süreliğine saçlarını kısacık kestirmişti. 2011 Final Serisi'nin dördüncü maçında eski hastalığı tekrar sahneye çıktı. Üstelik doktorlar, maç sabahı Dirk Nowitzki'nin ateşinin 39 dereceye kadar yükseldiğini söylüyordu. Zaten Nowitzki'nin de beti benzi atmış, yürüyecek hali yoktu. Alman mühendislik harikasının esasında sıradan bir insan olduğu gerçeğiyle yüzleşmek için kötü bir zamandı.

Hiç adeti olmamasına karşın soyunma odasında takım arkadaşlarıyla duygusal bir konuşma yaptı Dirk Nowitzki. Kısaca bu maçı tek başına kazanamayacağını söylüyor ve yardım istiyordu. Son çeyreğe kadar herkes imece usulüyle bir şeyler kattı takıma. 2011 playoff'unda ilk kez ilk beşte çıkan JJ Barea deliciliğiyle, kenardan gelen DeShawn Stevenson üçlükleriyle, Tyson Chandler ribaundlarıyla, Shawn Marion istikrarlı sayı katkısıyla son çeyreğe kadar getirdi maçı. Dördüncü periyoda bir atımlık barutu kalmıştı Nowitzki'nin. O da Dallas için yeterli değildi. Gözler Jason Terry'nin üzerindeydi. Jet'in katkısı çok önemliydi çünkü son çeyrekte sekiz sayı attığı tek maçı kazanırken, dördüncü periyotta hiç sayı atamadığı iki maçı da kaybetmişti Dallas. Son dakikalara kadar felaket oynayan Jason Terry, Dwyane Wade ile tartıştıktan sonra kendine geldi. Hayati önem taşıyan bir üçlük attı. Sıra tekrar Dirk'e gelmişti. O bir atımlık barutunu en doğru zamanda kullandı ve kabusu Udonis Haslem üzerinden maçı kazandıran turnikeyi bıraktı.

Dirk Nowitzki belki olağanüstü oynamadı, ancak kahramanlığıyla NBA tarihine geçti. Öte yandan harika oynayan bir Dwyane Wade vardı sahada. Tüm maç boyunca tek başına taşıdı takımını. Ribaund aldı, blok yaptı, sayı attı, takım arkadaşlarına pozisyon hazırladı... 32 sayı-6 ribaund-2 asist ve 2 blok da yetmedi galibiyete. Maçı kazanan bir süper yıldız değildi bu sefer. Dirk Nowitzki'nin arkadaşları, hasta olduğu günde ona destek oldular. Arkadaş demişken, Wade'in kankası LeBron James'i de unutmamak lazım. Kariyerindeki 90. playoff maçını oynayan LeBron, ilk kez tek haneli sayı üretiminde kaldı. Ancak böyle gitmeyeceği kesin. Dramayı seven LeBron, spot ışıklarını Dirk Nowitzki'nin hastalığına bırakmayacaktır. Daha iyi bir hikâyeye hazırlanın.

7 Haziran 2011 Salı

Dönüşü muhteşem oldu

Teksas'lı Bosh

NBA Final Serisi Üçüncü maçında Miami Heat, deplasmanda Dallas Mavericks’i 88-86 yenerek 2-1 öne geçti. Galibiyeti getiren basketi, kariyeri boyunca Dallas’ta hiç maç kazanamamış Chris Bosh attı

Dallas deplasmanında kazanmak NBA’deki herhangi bir takım için yeterince zor bir görev. Söz konusu Miami Heat olunca, zorluk derecesi iki kat daha artıyor. Örneğin Dwyane Wade, kariyeri boyunca yedi kez gitmiş Dallas deplasmanına, Udonis Haslem 10 kez. İkisi de sadece bir kez kazanabilmişler. Dahası var: Mike Miller 15 ziyaretinde tek galibiyet elde edebilirken, LeBron James sekiz gelişinde iki kez gülerek ayrılmış American Airlines Center’dan. Ancak en kötü karne Chris Bosh’ın. Kariyerinde sekiz kez Dallas deplasmanına giden Bosh, hiç galibiyet elde edememiş.

Üstelik onun için Dallas deplasmanlarının önemi başka. Ne de olsa doğup büyüdüğü şehir orası. Lise son sınıftayken takımıyla oynadığı 40 maçı da kazanarak ulaşılması güç bir rekorun altına imza atmıştı. Zaten Bosh, birkaç sene önce de Teksaslı olmaktan ne kadar gurur duyduğunu All-Star oylaması için yaptığı özel videoda kovboy kıyafetleri giyerek göstermişti. Eve dönüş kişisel olarak Chris Bosh’ı hep mutlu etse de, profesyonel kariyerinde bir türlü mutlu ayrılamamıştı Dallas’tan. Ailesine ve birlikte büyüdüğü çocukluk arkadaşlarına henüz bir galibiyet izletememenin bir burukluğu vardı içinde.

Üçüncü maç öncesinde bu talihini değiştirmekte kararlıydı Chris Bosh. İlk olarak geçmişiyle tüm bağını kısa bir süreliğine de olsa kesmeye karar verdi. Telefon numarasını değiştirdi ve çekirdek ailesi dışındakilerin onu aramasını engelledi. Artık bilet talepleriyle uğraşmak zorunda kalmayacaktı. Gerçi serinin ilk iki maçına etrafında yakınları olmadan da felaket oynamıştı Bosh. 34 şutunda yalnızca dokuz isabet bularak eleştiri oklarının hedefi haline gelmişti. Bahaneye ihtiyacı yoktu yani, kötü oynuyordu.

Üçüncü maç başladığında işler kötü gidiyordu. Dallas’ta kaybetmeye alışık olan Miami’de Dwyane Wade göz alıcı bir basketbol ortaya koyarken, Bosh ortalarda yoktu. İlk yarıdaki dokuz şutunda yalnızca iki isabet bulabilmişti yıldız forvet. İkinci yarıya başlarken işler biraz değişti. Önce LeBron James, sonra da Dwyane Wade’in asistleriyle üst üste iki basket buldu Chris. Kendine geldi. Esas numarasını maç sonuna saklamıştı.

39.6 saniye kala durum 86-86’yken molada herkes antrenör Erik Spoelstra’ya odaklanmıştı. Koç, Wade ve LeBron üzerine çizdiği oyunu anlatırken, Chris Bosh da Udonis Haslem’ı kenara çekti: “Eğer ikisinden birisi penetre ederse, bana perde yap ki boş kalayım.” Bosh’ın hesabı tuttu. Wade penetre sonrası LeBron’a pas verdi. James’in etrafına iki kişi geldi hemen. O esnada Haslem perdeyi yaptı ve Bosh bomboş kaldı. James’in olağanüstü pası sayesinde topla buluşan Chris, maçı kazandıran basketi attı: 88-86. Nihayet memleketinde bir maç kazanabildi Chris Bosh. Hem de en doğru zamanda. Belki numarasını değiştirmeseydi, daha da çok tebrik alabilirdi. Neyse, zaten kutlamalara başlamak için iki galibiyete daha ihtiyacı var zaten.

3 Haziran 2011 Cuma

Nowitzki’nin İntikamı



Dallas Mavericks NBA Final Serisi’nin ikinci maçında Miami Heat’i deplasmanda 95-93 yenerek durumu 1-1’e getirdi ve ev sahibi avantajını ele geçirdi. 

Ünlü Fransız yazar Eugene Sue, tespitini 170 yıl önce yapmış: İntikam soğuk yenen bir yemektir. Bu yüzden 2011 NBA Final Serisi’nin ikinci maçındaki intikam hikayesinin aslını anlayabilmek için biraz daha geçmişe dönmek lazım...

Beş sene önceydi. Dirk Nowitzki ve arkadaşları Dallas'tan Miami'ye yaklaşık bin 500 millik mesafeyi, 2006 NBA Final Serisi’nde ilk iki maçı kazanmış bir takımın güveniyle uçtu. American Airlines Arena'yı bembeyaz tişörtleriyle dolduran 19 bin 800 kişinin önünde o güvenlerinden bir şey kaybetmemişlerdi. O yakıcı atmosferde son altı buçuk dakikaya 13 sayı farkla önde giren Mavericks'te heyecan doruktaydı. Ne de olsa seriyi 3-0'a getirmek, "Dallas Şampi..." başlıklarının atılmasını sağlayacaktı. O anda Dwyane Wade sahneye çıktı ve kalan bölümde tek başına 12 sayı attı. Dallas öyle bir panik yaptı ki, NBA tarihinin en iyi serbest atıcılarından biri olan Dirk Nowitzki bile serbest atış kaçırdı. O kaçan faul atışı, pahalıya mal oldu. Maçı kaybeden Dallas, diğer maçlarda seriyi kazanamadı ve şampiyonluk kupası Miami'nin oldu. Dirk o anı hiç unutmadı...

Beş yılda çok şey değişti. Nowitzki çalıştı, çalıştı, çalıştı. NBA'in en çok maç kazanan takımı yaptı Dallas'ı. Sekizinci sıradaki Golden State'e elendiler. Yine kaybetti. Sonra biraz daha çalıştı. Ancak diğer dört senenin üçünde de ilk turda elendi. Dirk bu, durur mu? Yine durmadı ve çalıştı. Kaybetmekten vazgeçmedi. Kaybettikçe üzerine bir şeyler koydu ve intikam için en doğru zamanı bekledi.

Düne dönelim. Tıpkı beş sene öncesindeki gibi American Airlines Arena'da, 19 bin 800 kişi bembeyaz tişörtleriyle hazırdı. Bu sefer ilk maçı kazanan Miami Heat, müthiş bir özgüven taşımıştı ikinci maça. Dwyane Wade ortalığı kasıp kavurmuş, son çeyreğin ortasında 36 sayıya ulaşmıştı. Tesadüf bu ya, kendine güvenen taraf yine son altı buçuk dakikaya büyük farkla önde girdi. 15 sayılık fark, Miami'nin maçı kazandığının bir göstergesiydi. Seriyi 2-0'a getirmek, şampiyonluk için büyük bir rüzgârı arkasına alması anlamına geliyordu Heat'in. İntikam için daha uygun bir zaman olamazdı. Sahne Dirk Nowitzki'nindi. Önce Jason Terry'ye bir asist yaptı. Sonra Jason Kidd'e. Yetmedi, son üç dakikada dokuz sayı attı. Hem de maç kazandıran basketi “orta parmağında tendon yırtığı bulunan sol eliyle” atarak... Sonuçta Dallas 88-73’ten geri gelerek 95-93 kazandı. Nowitzki intikamın ilk kısmını tamamladı. Maç sonunda sevinmemesi gerektiğini biliyordu Alman yıldız. Gülmedi. Zira bu kadar yaşanmış şeyden sonra onun yüzünü güldürecek tek an, kupayı kaldırabildiği an olacaktı.

Şimdi ne yaptığını merak eden var mı? Çalışıyor...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Miami’nin çocuğu Haslem

Haslem'ın sırtındaki Florida haritası dövmesi

Kariyerindeki 11. NBA sezonunda ilk kez final oynama fırsatı yakaladı Mike Miller. Belki de en hazırlıksız yakalandığı dönemdi bu. Sol el baş parmağındaki sakatlığı canını yakıyordu, fakat bu fırsatı kaçıramazdı. 31 yaşındaki forvet, bu yüzden doktorların ameliyat yönündeki telkinlerini sezon sonuna erteledi. Ancak Miller’ın parmağındaki ağrıları unutturacak kadar önemli başka sorunları vardı. Doktorlar, birkaç gün önce doğan kızının kalbinde dört delik olduğunu tespit ettiğinden bu yana başka bir şey düşünmez olmuştu Mike Miller. Ne şampiyonluk yüzüğü, ne sakatlıklar, ne de basketbol. Çok şükür ki, maçtan iki gün önce taburcu edildi Miller’ın bebeği. Yine gözetim altında, fakat işler daha iyiye doğru gidiyor.

Mike Miller’ın acısını takımdaki en yakın arkadaşıyla paylaşmasından doğal bir şey olamaz. 1999’da Florida Üniversitesi’nde başlayan Udonis Haslem-Mike Miller dostluğu, yıllar sonra yine Florida eyaletinde zirve yaptı. Belki LeBron James-Dwyane Wade ikilisi kadar çok ilgi görmüyorlar ama Miami’nin esas köklü dostluğu onlara ait. En yakın arkadaşını maça hazırlamak için çok çaba sarf eden Udonis Haslem, kendisi de imkansız bir görev üstlendi.

Sol ayağındaki sakatlık yüzünden daha önce sezonu kapattığı açıklanan Haslem, olağanüstü bir tedavi sürecinin ardından playoff’ta sahaya çıktı. Zaten 2.03’lük pota altı oyuncusunun Miami’de kalma sebebi Mayıs ayının sonunda hâlâ basketbol oynayabilmekti. Denver’ın önerdiği 34 milyon doları elinin tersiyle itip, 20 milyon dolara Miami’de kalmıştı. Eh, kendisini şimdi riske etmezse ne zaman edecekti?

Haslem’in parke üzerindeki görevi Dirk Nowitzki’yi durdurmaktı. Hani şu playoff boyunca %50’nin üzerinde isabetle 28.3 sayı ortalaması tuttran; Portland’ın, Lakers’ın, Oklahoma’nın dörder beşer farklı savunmacıyla durdurmaya çalıştığı Nowitzki’yi... Haslem ne yapması gerektiğini iyi biliyordu ve başarıyla uyguladı. Dirk belki maçı 27 sayıyla tamamladı ama kullandığı 18 şutun 11’ini kaçırdı. Haslem sayesinde. Belki herkes LeBron James’in, Dwyane Wade’in son çeyrekteki kritik basketlerinden bahsedecek. Ancak final galibiyetinin bir numaralı kahramanı Miami’de doğan, tüm eğitim yaşantısını Miami’de geçiren ve milyonlarca dolar daha az kazanmak uğruna Miami’de kalan Udonis Haslem’dır. Eğer Florida’daki sporseverler biraz Türk tribün jargonuna bulaşsalardı, American Airlines Arena’yı “Miami’nin çocuğu Haslem” tezahüratı inletirdi ikinci maçta. Zira o tüm saygıları hak ediyor.

Neticede bu iş takım oyunu. İş Dirk Nowitzki'yi yavaşlatmakla bitmiyor. Koç Erik Spoelstra'nın savunma taktiklerinin de altını çizmek lazım. Dwyane Wade'i kendisinden daha uzun Shawn Marion ile eşleştirme riskini göze alan Spoelstra, ilk yarıda 12 sayı atan Jason Terry'yi ikinci yarıda LeBron James ile savunmayı tercih etti. Sonuç: ikinci yarıda sahadan silinen Terry, sıfır sayıda kaldı. Savunma sertliği öyle bir hal aldı ki, bomboş şutları bile kaçırır oldu Dallas’ın yıldızları. Evet, finalde ilk turu “süper kankalar” aldı. Ancak kimse yerden kalkma konusunda Dallas’ın “Kaybedenler Kulübü”nden iyi olamaz. Mavs hafife alınamaz.

NOT: Bu yazı, NBA Final Serisi ilk maçının ardından Milliyet Gazetesi için yazılmıştır.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Kupa değil, yüzük peşinde

Dirk Nowitzki

NBA’de şampiyonluk kupaları takım sahipleri içindir. Bu yüzdendir ki diğer sporların aksine oyuncuların ağzından “kupa bizim olacak” ifadesi yerine, “yüzük istiyorum” cümlesi çıkar NBA basketbolunda. Nihai hedef, sadece şampiyonların sahip olduğu o şampiyonluk yüzüğünü takabilmektir.

1990’lı yıllarda Michael Jordan’ın 10 yüzükten altısını alması çok kalp kırdı. O emekli olduktan sonra üç kişinin hakimiyetinde geçti kupa seremonileri. 2000’li yıllarda ABD’deki kuyumcular; Tim Duncan, Shaquille O’Neal ve Kobe Bryant’ın parmak ölçülerini ezbere bilir oldu. Son 12 yüzüğün 10’u bu üçlüden en az birine gitti. Ne yazık ki, 1998’den bu yana ilk kez üçü birden final serisinde yok. Kabul etmek zaman alabilir, ancak 2011 NBA playoff’u NBA’de bir çağın kapandığının resmidir.

Yeni çağın nasıl başlayacağı final serisinde yanıt bulacak. Bir tarafta sadece o mücevherata sahip olabilmek için maddi-manevi bir sürü fedakârlık yapan oyunculardan kurulu bir takım var. LeBron James, Chris Bosh, Dwyane Wade, Udonis Haslem, Mike Bibby ve diğerleri başka takımlarda daha iyi bir görev almak yerine; sözleşmelerinden milyonlarca dolar feda ederek Miami Heat’te bir araya geldiler. Üstüne üstlük başlarında da 40 yaşında bir Filipinli var. Sezon boyunca antrenör Erik Spoelstra ile tartışıp, onun liderliğini reddeden tecrübeli yıldızlar, şimdi bu genç adamın gözünün içine bakıyor. Spoelstra’nın Miami’si olmaz denilen değişimi yaptı. Burnu büyük primadonnalar, artık kendini öne atmaktan çekinmeyen birer asker görünümünde. Dwyane Wade savunmayı başlatıyor, LeBron James oyunu kuruyor, sezon içinde Ömer Aşık’a yere atladığı için kızan Chris Bosh bile her ortadaki topa plonjon yapmaktan çekinmiyor… Herkes takım için en doğrusu neyse onu yapıyor. Miami’nin “süper kankaları” şüphesiz ki kariyerleri boyunca birçok yüzük kazanacaklar. Esas soru, bu hikâyenin 2011’de başlayıp başlamayacağı…

Finale Batı yakasından gelen takım Dallas Mavericks. Onlar Miami’nin aksine, uzun bir hikâyeyi mutlu sonla bitirmenin peşindeler. Daha önce iki final kaybetmiş Jason Kidd, 2006 final serisinin acısını içinde hâlâ taze tutan Jason Terry, konferans finalinde iki kez püskürtülmüş Shawn Marion, Robert Horry-zede Peja Stojakoviç ve tabii ki Dirk Nowitzki. Emekliliğinde tarihin en büyük oyuncularından biri olarak anılacak Nowitzki, kariyeri boyunca hiç şampiyonluk kupası kaldırmadı. 1996’da Almanya ikinci ligi finalinde, 2005’te Avrupa Şampiyonası finalinde, 2006’da NBA finalinde hep kaybetti Nowitzki. Şimdi bir şampiyonluk şansı daha var. Bu sefer etrafında hayatı boyunca kaybetmiş bir sürü yıldız. Belki de bu yüzden hücumda topu paylaşıyorlar, en doğru yerde durup en doğru şutu seçiyorlar ve göze hoş gelen basketbol oynayarak finale kadar yükseldiler. Dallas’ın “Kaybedenler Kulübü” sadece ve sadece birlik olarak kazanabileceklerini iyi biliyor.

2011 NBA Final serisinin hikâyesidir: Bakalım “Süper Kankalar” mı yoksa “Kaybedenler Kulübü” mü kazanacak? Yeni çağın başlangıcı için daha iyisi olamazdı!

23 Şubat 2011 Çarşamba

Melo-dram ve Sonrası



Yapma aylar geçer güneş doğarken...

Dünyadaki New York Knicks taraftarının, Nazım Hikmet Ran'ın kim olduğu konusunda herhangi bir fikri yoktur muhtemelen. Ancak Japonya'da yaşanan insanlık dramı hakkında yazdığı o şiir, NBA'in dramı Knicks'in durumuna da ışık tutabilir. Basketbolun Hiroşima'sı New York'a, basketbolun atom bombası Isiah Thomas düştükten sonra herkes 2010 yazında yapılacak süper yıldız hamlelerini beklerken yapma aylar geçti...

Fakat olmadı... LeBron James ya da Dwyane Wade gelmedi. Başkan Donnie Walsh enkaz çalışmaları için harcadığı çabanın belki daha fazlasını, enkaz sonrası yapılanma için harcadı. Amare Stoudemire ile gelinen nokta, son yılların en iyi Knicks takımının yaratılmasını sağladı. Bakmayın afili cümlelerle anlatıldığına, son yılların en iyi New York'u Doğu Konferansı'nın altıncı sırasında ve %50 galibiyet oranının sadece iki maç üzerinde. “Şampiyonluk” hayallerinin tam da çok uzağında...

Yani Knicks taraftarının yıllarca umutla beklediği takımın, beklentilerin çok altında kalacağı 50 küsür maç sonra anlaşıldı. Bu durumda ya kimseye şikâyet etmeden yeniden oturup ağlanacak, ya da umut edecek yeni bir şey bulup güneş doğana kadar yapma ayların geçmesi beklenecekti. Knicks ikincisini tercih etti.

New York Knicks'in Carmelo Anthony'yi alırken mevcut yapının temel kolonlarından bazılarından vazgeçtiği ortada. Henüz potansiyeline ulaşmamış olsalar da, ulaşacakları yönünde ciddi sinyaller vermiş Wilson Chandler ve Danilo Gallinari'nin yanı sıra D'Antoni'nin yüksek tempolu basketboluna harikulade uyum sağlayan Raymond Felton takımdan ayrıldı. Üstüne üstlük gelen pakette Chauncey Billups gibi bir soru işareti var. Evet, Billups ligin en değerli oyun kurucularından biri. Ancak nasıl en sevdiğiniz spor ayakkabılarınızı nasıl takım elbisenizin altına giyemezseniz, Billups'ı da D'Antoni'nin sisteminde oynatamazsınız.

Peki neden bu takas yapıldı? İşte burada yazının başına dönüyoruz: New York'un yeni bir umuda ihtiyacı var. Ve o umudu yeniden yeşertecek kişi, şehrin öz be öz çocuğu Carmelo Anthony. Burada doğmuş, büyümüş, üniversiteyi o civarda okumuş bir isim. Ayrıca “Takaslarda en iyi oyuncuyu alan her zaman kârlıdır” sözü günümüzün oyuncu merkezli NBA düzenine “cuk” oturan bir inanışı temsil ediyor. Ve çok tartışılan bu takasta herkesin kabul ettiği tek gerçek, Melo'nun takım değiştirenler arasındaki en iyi oyuncu olduğu.

Carmelo Anthony ve Amare Stoudemire ortaklığının düşük tempoyu seven, topu elinde tuttukça verimli olan bir başka isim Chauncey Billups ile parkedeki beklentileri karşılayacak bir şekilde sonuçlanması pek de mümkün değil. Ancak bu bile umutların yok olmasına yetmiyor. Sebebi açık, Billups'ın kontratı bittiğinde serbest kalacak üç isim: Chris Paul, Deron Williams ve Dwight Howard. Kabul edin, senaryo bir yerden tanıdık geldi. Takım 2012 yazını bekleyecek. Hem de bu sefer Stephon Marbury ve Nate Robinson gibilerle değil. Maç başına 30 sayı potansiyeline sahip iki süper yıldız ve Landry Fields, Ronny Turiaf, Renaldo Balkman, Kelenna Azubuike gibi yüreğini sahaya koyacak isimlerle... 2011 model Knicks'in tavanı playoff ikinci turunda elenmekti, takastan sonra bu açıdan değişen bir şey yok. 2012 ve sonrasında güneşin doğması içinse bekleyecekler.

Takasın bir de Denver Nuggets tarafı var tabii ki. Onlar açısından olayların başlangıcı için 10 Temmuz 2010 tarihine, yani Carmelo Anthony'nin ünlü DJ Lala Vazquez ile evlendiği güne dönmek gerekir. ABD'nin ünlü kişiliklerinden ikisinin gözlerden uzakta, deniz seviyesinden bin yedi yüz metre yukarıda yaşamasını beklemiyordunuz herhalde! Onlar evliliklerini gösterişli bir şehirde sürdürmeyi tercih edince, bu çaylak Genel Menajer Masai Ujiri'nin sorunu haline geldi. Nijerya'nın kuzeyinde doğmuş bu güzel insan, 2011 NBA'inin kurallarına uymak zorundaydı. Artık oyuncular ne isterse o olur!

Ujiri bu zor durumu harika kontrol etti ve Denver'ın hem finansal açıdan kazanmasını sağladı, hem de Melo'nun gidişinin çok da olumsuz etkilemeyeceği bir kadro kurdu. Maddi meselelerden bahsetmek gerekirse... NBA'de lüks vergisi sınırı 70 milyon 300 bin dolar. Bu sınırın üzerinde yapılan tüm harcamalar için %100 ek vergi ödemek zorunda takımlar. Takas öncesinde yaklaşık 84 milyon dolarlık maaş tablosuna sahip olan Denver, takas sonrasında lüks vergisi sınırının altına düştü. New York Knicks'ten gelen üç milyon dolarlık nakit para da eklenirse, Ujiri takımına 17 milyon doların üzerinde ek bir kazanç sağladı.

Kazançlar saha içinde de büyük. Bu sezon komple bir hücum silahı haline gelen 22 yaşındaki Danilo Gallinari, Denver'ın hücumdaki yeni dış gücü olacak. Gallo çabuk ayakları ve uzun kollarıyla kötü de bir savunmacı sayılmaz. Üç-dört yıl içinde all-star seviyesine gelebilecek bir potansiyel. Wilson Chandler da ligin üst seviye görev adamlarından biri haline geldi New York'ta. Müthiş atletizmi, çember çevresindeki bitiriciliği ve enerjisiyle kısa sürede Denver rotasyonunda yer alacaktır. Takasta Nuggets'ın yolunu tutan Rus pivot Timofey Mozgov da ikili oyunlardaki başarısı ve hücum ribaundlarındaki yetenekleriyle yararlı bir yedek. Raymond Felton içinse konuşmak erken, zira onun gönderileceği yönündeki söylentiler çok kuvvetli. Kalsa bile o da ligin her takımında ilk beş çıkabilecek bir oyun kurucu.

Takasın son tarafı, Minnesota'nın penceresinden bakıldığında takasta kaybedilen çok şey olmadığı aşikâr. Corey Brewer'ın pozisyonunda Michael Beasley, Martell Webster, Wayne Ellington ve Wesley Johnson ile onun kaybını çözebilecek bir derinliğe sahipler. Üstüne üstlük Anthony Randolph, üzerine kumar oynamaya değecek kadar iyi özelliklere sahip bir saf yetenek.

Ayak bileğinden çok kötü bir sakatlık geçirmeden önce gayet iyi bir oyun ortaya koyuyordu Anthony Randolph. Pas ve ribaund yeteneği tartışma kabul etmeyecek kadar iyi. Fiziki özellikleri (uzun kolları ve zamanlama yeteneği) iyi savunma yapabileceği yönünde sinyaller veriyor. Fakat yetenek bahşetme konusunda Allah'ın bu kadar cömert davrandığı bir insan olarak Randolph, elindeki bu cevheri nasıl kullanacağı konusunda bir fikre sahip değil. Bu yüzdendir ki ne Don Nelson, ne de Mike D'Antoni ona çok şans vermedi. Yine de benzer şeyler Minnesota'ya gelmeden önce Michael Beasley ve Darko Miliçiç için de söyleniyordu. Bu ikilinin geldiği nokta, Timberwolves'un Randolph'a bir şans daha verecek cesareti bulmasını sağlıyor. Onlarda da bir umut var yani.

Neticede herkesin kazandığı bir takas tablosu var ortada. Tüm bu gelişmelerden çıkan tek bir sonuç var, o da yıldız görünümlü “süper mızmızların” artık çok can sıkmaya başladığı. NBA'in tek kurtuluşu bir an önce oyuncu merkezli olmaktan çıkıp, eskisi gibi basketbol sistemlerinin merkezde olduğu bir lig haline gelmeli. Belki o zaman kıyaslayabiliriz Michael Jordan, Magic Johnson ve Larry Bird gibileriyle şimdikileri...

* Bu yaz 23 Şubat 2011'de NTVSpor.net'te yayınlanmıştır.