10 Ocak 2012 Salı

Kim bu Adam Morrison?


Adam Morrison, NCAA kariyerinde bir fenomene dönüşmüştü. Nasıl dönüşmesin ki? Son yılında 28.1 sayı ortalaması tutturarak NCAA sayı kralı olmuş ve JJ Redick ile birlikte yılın oyuncusu seçilmişti. Beyaz, uzun boylu, uzun saçlı, bıyıklı, olağanüstü bir skorer ve iyi de bir şutör olunca, Adam Morrison’ı Larry Bird ile aynı cümlede kullanmaya başladı tüm Amerika. Yanlış bir benzetmeydi ve beklentileri çok yukarı çekti. NBA’deki kariyeri iki kelimeyle özetlenebilir: hayal kırıklığı.

Kült bir NCAA figürüyken, bir NBA fiyaskosu haline gelmek kolayca kaldırılabilecek durum değil. O, şimdi bunun altından kalkmaya çalışıyor.

2006 Draftı’nda üçüncü sıradan seçilmenin getirdiği baskıyı ilk sezonunda kaldırmakta zorlanan Morrison, kariyerinin ikinci sezonu başlarken ön çapraz bağ sakatlığı yaşadı ve bir yılı tedaviyle geçirdi. Michael Jordan’ın seçimi olarak Charlotte Bobcats’e gitmesi Jordan’ın daha önceki yöneticilik fiyaskolarından “Kwame Brown” ile kıyaslanmasına sebep oldu. Sanki işler yeterince kötüye gitmiyormuş gibi, bir de hiç anlaşamadığı Larry Brown ile çalışmak zorunda kaldı. Aralarındaki iletişim felaketti. Derken üçüncü yılının ortasında Los Angeles Lakers’ta oynama şansı elde etti. Takasın baş aktörlerinden biri değildi, ancak Lakers hâlâ onun skor yeteneğinin takıma katkı sağlayabileceğini düşünerek, düşük riskli bir transfer yaptı. İki yıl üst üste şampiyon olan kadrodaydı. Ancak 2010 playoff’unda iki maçta toplam 13 dakika oynaması, kadronun ne kadar önemsiz bir parçası olduğunun bir göstergesiydi. Çaylak kontratı bittiğinde Adam Morrison kendine bir yol çizmek zorundaydı. Kısa bir süre Wizards denemesi oldu, ancak kulüp onu serbest bıraktı.

Lokavtın ilan edilmesiyle birlikte, Morrison şansını Avrupa’da denemek istedi. Kızılyıldız’da Svetislav Peşiç gibi usta bir antrenörle çalışma fırsatı buldu. Adriyatik Ligi’nde daha ilk maçında Hemofarm’a karşı 23 sayı atarak nasıl bir skorer olduğunu gösterdi. Sadece üç sayı atabildiği ve hayal kırıklığıyla geçen Buducnost maçı sonrası Euroleague takımı Union Olimpija’ya karşı 30 sayıyla patladı. Kusursuz orta mesafe şutları, perdeden çıkıp çembere gitmesi, geriye çekilerek attığı basketler, daha önce pek göstermediği dripling yeteneğiyle Adam Morrison geri dönmüştü. Sekiz maç sonra lokavt bitti ve bir kez daha NBA’de şansını denemek istedi. Hâlâ kolej günlerinin hatrına, takımlar ona şans verdiler. Ancak pozisyonunda NBA’de çok daha güçlü ve atletik savunmacılar yer aldığından, çok da verimli olamadı. Yaş 27 olunca, potansiyelden başka şeyler göstermek zorundasınız. İşte JJ Redick... Üç sayı uzmanı ve daha iyi bir savunmacı haline gelmeseydi, NBA’de kendine yer bulması zordu. Morrison çok büyük bir skorer, ancak keskin nişancı olmadığı için NBA’de uzun bir kariyere sahip olamadı.

Bu noktada Beşiktaş devreye girdi. Ergin Ataman, Marcelus Kemp’in sakatlığı sonrasında skorer arıyordu. Morrison’ı transfer etmek, sadece bu açıdan bile harika bir hamle.

Adam Morrison’ın kazanma hırsı en üst düzeyde. Bazen delilik seviyesini aşacak kadar sinirlenebiliyor, ancak bunu diyabet hastalığına da bağlayabiliriz. Bazen maç sırasında molada kendisine insülin iğnesi yapmak zorunda kalabiliyor. Ancak bu basketbolunu etkilemiyor. Eli ısındığında her takıma karşı 30-40 sayı atabilecek potansiyele sahip. Taraftarla arasında kısa sürede büyük bağ kuruyor ve Beşiktaş taraftarının ona aşık olacağından eminim. Sahaya çıktığı anda mücadelesi %99 olmaz. Savunması iyi değildir, ancak çabalar.

Her ne olursa olsun, Morrison bir kolej efsanesi. Suyun diğer yakasındaki basketbolu kıyısından köşesinden takip eden herkesin izlemek isteyeceği birisi. Eğer kimya tutar ve kendine uygun ortamı bulursa, kısa sürede özel seyircisi olacaktır.

1 yorum:

  1. Şu yazıyı bize okutmadan önce O'na okutup, izlettin di mi? :))

    YanıtlaSil